Her şey
karşılıklı: ilişki ve iletişim becerilerinin gelişimi
( Yeşilay Dergisi için Şerife Barut tarafından
yapılan görüşme metni)
0-3 yaş arası
çocukların televizyon ve özellikle reklam izlemesine şiddetle karşı
çıkıyorsunuz, nedenini bizimle paylaşır mısınız?
Küçük çocukların temel ihtiyacı karşılıklı
ilişki kurulabilecek güvenli ortamlardır. Dünyaya geldiği andan itibaren bebeklerin,
insan yüzünü diğer nesnelere bakmaya tercih ettiklerini biliyoruz. Doğuştan
gelen bir tür genetik program söz konusu. İnsan sosyal bir varlık olduğu için
başkalarıyla ilişki kurmak ve başkalarıyla ilişkisine karşılık almak üzere yaşıyor.
Bu “karşılıklılık” dilin gelişimini tetikliyor. Örneğin, ben bir başkası ile
bir ilişki kurmayı arzu ediyorsam, ilişki kurma için gereken iletişim araçlarını
(başta dil olmak üzere) kazanıyorum. Tek taraflı ilişki olduğu zamanlar da var;
örneğin bebek annesiyle ilişki kurmak istediğinde anne kafasını çevirip başka
bir şey yapıyor, mesela cep telefonuyla ilgileniyor, mesaj okuyorsa bebek
karşılık alamıyor.
Küçük yaştan itibaren ülkemizdeki çocuklar
özellikle yemek yeme uyutulma gibi gerekçelerle televizyon karşısında pasifleştiriliyor.
Çocuğun da hoşuna gidiyor, televizyondaki hızlı hareket eden şeyler çocuğun
ilgisini çekiyor, bir fiziki uyaran olarak.
Ama, göz ardı edilen durum televizyon,
bilgisayar ya da ipad ekranının karşılık vermiyor olduğu. Çocuk ekrana istediği
kadar gülümsesin ya da agulasın, ekrandan sosyal anlamda bir karşılık alamıyor.
Karşılığını alamadığındaysa, iletişimden kopup vazgeçiyor ve daha ziyade tek
taraflı ilişkiler sistemi içerisinde yer almaya, insani olanla değil de
dünyanın fiziki yanıyla ilgilenmeye başlıyor.
“Fiziki yanı” olarak kastettiğiniz nedir?
Nesnelere
ve eşyalara ilgi duymaya başlıyor. İnsanları da nesne gibi değerlendiriyor, köşesi
kenarı olan bir cisim gibi kullanıyor; bu durum başkasını duygu ve düşünceleri
kendininkinden farklı olan birisi olarak görme becerisinin gelişmesine engel
oluyor. Bunun sonucunda ekranla çok fazla zaman geçirmenin en yaygın etkisinin,
dil ve empati gelişiminde gecikme ve ilkokul yıllarında dikkati toplama ve söze
dayalı öğrenilen konularda zayıf kalma olduğunu görüyoruz.
Ekrandaki hareketliliğin normal dünyanın katbekat üzerinde
bir hızda olmasının da çocuklar üzerinde etkisi oluyor mu?
Tabii ki, ekrandaki klip ya da çizgi filmlerin
çoğunda olaylar gerçek zamanda cereyan etmeyip, gerçektekinden çok hızlı olduğu
için çocuğun zaman akışına ilişkin kafasındaki düzenin oluşmasını engelliyor. bebeğin
zaman kavramı, çevresindeki hayatın akışına göre şekilleniyor. Ekrandaki
zamanın bebeğin çevresindeki gerçek zamandan çok daha süratli akıyor olması,
bebeğin zaman algısının da buna göre şekillenmesi gündelik yaşamda bekleyememe,
sabırsızlık, tahammülsüzlük, teknik deyimiyle “dürtüsellik” problemlerinin
artmasına sebep oluyor.
-Burada kullandığınız “dürtüsellik” terimini biraz açar
mısınız?
Aklınıza eseni içinizden geldiği anda, herhangi
bir dış sınırı tanımadan veya hiç tahammül etmeden yapmak demektir.
Tekrar karşılıklılık konusuna dönersek zamanın
çok hızlı geçtiği, beklemenin, izlemenin, dikkat etmenin çok zayıfladığı, dil
gelişiminin ilişki kurmayı güçleştirecek düzeyde zayıf kaldığı durumlarda da
çocuklar genellikle içinde oldukları çevreden kopuk daha ziyade kendi
ihtiyaçlarını tatminden ibaret bir dünya arayışına, otizmin düşünüş tarzına,
giriyorlar.
Sanıyorum bu da çağımızda, “selamsız sabahsız bir neslin”
ortaya çıkmasına neden oluyor.
Evet, özellikle ilk üç yıl içerisinde (yani 0-3
yaş arasında) bu zaaflar değişmeden kaldığı takdirde ağır gelişimsel
bozukluklar şeklinde yaşamın gerisine yansıyor. Burada önerdiğim insanların
tamamen ekranı hayatlarından çıkarması değil, bu insanların kendi tercihlerine
kalmış bir konu. Sadece, özellikle belli bir yaşa kadar ekranın, çocuklarda iletişimdeki
gelişimi önleyici ve dikkat ve dil alanındaki zaafları tetikleyici özellikte olduğunun
bilinmesi gerekiyor.
-Peki, verilmesi gereken bir televizyon eğitiminin
varlığından bahsedebilir miyiz, bu eğitim çocuklara nasıl verilir ya da
verilmezse ne gibi sonuçlarla karşılaşılır?
Ailelerin de bazen bu tarz sorularıyla
karşılaşıyoruz. Hatta diyorlar ki; “seyretse
ne olur?” benim yanıtım;“seyretmese
ne olur?”
Türkiye’nin ortalama televizyon izleme süresi,
çocuklarda dört buçuk saat, dört buçuk sat ekran karşısında olmak 0-3 yaş
döneminde dil gelişimini, dürtü kontrolünü ve karşılıklı sosyal ilişkiyi bloke
ederken, daha büyük yaşlardaki etkileri de toplumla ilişkiyi daha çok mekanik
kendi ihtiyaçları üzerinden başkalarıyla ilişki kuran bireylere dönüştürüyor.
-Son dönemlerde moda olan bir meslek ortaya çıktı; “yaşam
koçluğu” Çocuklarını bebeklik döneminde televizyona emanet eden ebeveynler,
büyüyünce de yaşam koçlarına emanet ediyor diyebilir miyiz?
Bu sorumlulukla ilgili bir şey, yaşamımızın
sorumluluğunu olduğu kadar çocuklarımızın yaşamının sorumluluğunu da başka
bilerine emanet etme ihtiyacını ne zaman duyuyoruz ve duymalıyız? Bazı konular
var ki, bir yardım almadan çözemeyiz; örneğin hukuki bir konuda gidip bir
avukata ya da hastalandığımızda bir doktora danışmamız gerekebilir. Bazı
konuların sorumlulukları, devredilebilir niteliktedir. Ama bu, “yaşam koçu”nun bazı
sorumlulukları anne-babaların yerine üstlenebileceği, hayatı vekâleten onların
yerine yaşayabileceği şeklinde algılanmamalıdır. Anne-babaların sorumluluğu
nasıl yerine getireceklerine ilişkin bir kılavuzluk almalarında elbette bir
sakınca yoktur. Çocuğun sorumluluğunu anne-baba adına “vekâleten” üstlenme
durumuna dönüşmesini ise pek anlamlandıramıyorum.
-Yetişkinlere, “Bir yandan televizyon seyredip bir yandan
yemek yeme, bir tercih yap!” şeklinde bir öneriniz var. O zaman televizyon
sadece çocukları hipnotize eden bir alet değil büyüklere de aynı şeyi yapıyor.
Aslında televizyon, hepimizin zevkle seyredeceği
birçok programın, faydalanacağı bilgilerin, haberlerin aktarıldığı bir araç, bu
nedenle televizyonun kendisi iyidir ya da kötüdür demek, çok saçma bir şey
olur. Tüm araçlarda olduğu gibi, nasıl kullandığınıza bağlı olarak bu araç
anlamsız ya da zarar verici olabiliyor.
Evlerde televizyonların başköşede olması için
hiçbir sebep yok. Çünkü televizyon bizim evimizin bir ferdi değil. ama evdeki
bireyler arasındaki ilişkinin yerine bir ekranla herkesin kurduğu bir ilişki geçmiş
vaziyette. Sofra saati gibi ailenin, arkadaşların bir araya geldiği bir zaman
diliminde sofrayabir ekran koymak, oturan kişiler arasındaki ilişki ve iletişim
kalitesini düşürüyor. Tavsiyem de buna dikkat çekmek amacıylaydı. Aile içindeki
iletişim kalitesini korumak isteyenler için...
Sizce, sadece televizyonda gördüğümüz ve medyatik olarak
tabir ettiğimiz kişilerle ilgili olarak oluşan kanaatlerimiz gerçekle ne kadar
örtüşür?
Medyanın televizyon aracılığıyla, “medyatik”
diye bilinen kişilerle ilgili bize sunduğu şeyler (sevdiğimiz ve nefret
ettiğimiz fark etmeksizin) gerçekte olduğundan çok farklı. Çünkü orada
gerçeküstü bir tür yarıtanrılaştırma söz konusu. Bu nedenle bizim bu kişilere
karşı düşüncelerimiz, gündelik hayattan farklı olarak aşırı uçlarda oluyor.
Ekranın, gerçeğin bir kısmını alarak onu
çerçeveleyip bize yansıtması onu çok güçlü bir etkileme aracı haline getiriyor.
Bunu bilerek ve fark ederek izleyebiliyorsak sorun yok. Bunun için birincisi,
sürenin sınırlı olması çok önemli, bir diğeri insanın yaşamında gündelik
hayatındaki ilişkilerine yer kalması.
-Biz 80 çocukları “Susam Sokağı’yla”, “Muppet Show”
kuklalarıyla büyüdük ve karşımızdaki şimdiki kadar hareketli bir ekran değildi,
şimdilerdeyse 24 saat çizgi film ve sadece çocuklara yönelik reklamlar
yayınlayan kanallar var. Sizce bu karşılaştırmada hangi nesil daha şanslı kabul
edilebilir?
“Susam Sokağı” ya da “Muppet Show” gibi
programlarda ekranın seyirci çekmek amaçlı klasik hızlı görüntü, anlamsız
şiddet gibi kuralları uygulanmadığı için, öncesinde söz ettiğimiz etkiler
bunlarda oluşmuyor. Aksine, çocuğun zaman algısını bozmadan, bir çok kavram ve
duygu aktarılabiliyor. Yine de, çocuklar sabahtan akşama kadar ekran karşısında
vakit geçirmesi yersiz; hareket ihtiyacını unutmamalıyız.
1 comment:
Bu yazinizi da okuyunca anladimki tipki bu yil hazirlik egitimi almadan 1.sinifa baslayan cocuklar kadar seneye 66 ayi asan cocuklarda zor durumda.kizimi seneye 67 aylik ilkokula gondereceksem hazirlik egitimi almasi gerekiyor aksi durumda ise 5 yas grubuna devami.Kizim 3 yasindan beri bir okula devam ediyor ,ben 79 aylik oldugunda okula baslamasindan yanayim fakat bu durumda 4 yil okul oncesi egitim almis olacak ve belki de 79 aylik bir ogrenci olarak yeni mufredatli ilkokul 1.siniftan sikilacak.En kotusu de iste bunlarin hepsi ongoru ve inanin ben napacagimi bilmiyorum:(
Post a Comment