Sunday, September 17, 2006

efe mi ne?


zorbalıktan söz ettiğim bu haftanın gazete yazısı nereden çıktı?
kendi adıma epey bir çocuğu bully etmiş olduğumu, epey bir çocuk tarafından da bully edilmiş olduğumu hatırlıyorum.
bunların bende ya da diğer çocuklarda iz bırakan yanları nelerdir, diye düşündüğümde, bu durumun eylemcisi ve mağduru arkadaşlarımla nerdeyse 40 yıl sonra konuşuyoruz. okul bahçesinde filan değil, yemek sofrasında...
bizde iz bırakan, bu durumlarda, büyüklerin almış olduğu pozisyon ; aramızdaki olayın tırmanmasına seyirci kalınması, bir başkasına kötü davranmamızı önlemekle yükümlü yetişkinlerin umursamazlığı (yesinler birbirlerini!) hatırlanıyor. a bir de "ben seni daha çok dövmüştüm" vs yıllar sonra yine de üste çıkma muhabbetleri.. erkeklerin ilkokul ve ortaokulun başlangıç yıllarının kalıntısı bu.
yatılı okulu işkence demek diye bir yazı daha ayzmıtım, yeni binyıl ayazdığım sırada. bulunca linkleyeyim de, hikaye tamam olsun.

akşamdaki yazının linki de bu, inşallah çalışır:
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=53252,10,148

Sunday, September 03, 2006

geri dönülmez noktaların diyalogu

cebimde devamlı bir defterle gezdiğimi, sonra da çıkartıp çıkartıp ona bir şeyler karaladığımı görenler bazen bir garip bakabiliyorlar. "the break up" filmini seyrederken çiziktirdiğim bir şey aşağıda.. sahne de şu: ayrılık kararı geri dönülemez şekilde yürürlüğe girmiş. kadın erkeğe ondan bekleyip de, onun yapmadıklarını anlatmakta. erkek renkten renge girmekte. "ama ben nasıl bilebilirdim?" gibisinden bir cevapla.

özgür ruh

ruhumuz özgür kaldığında ne yapar? çalıp oynar diye düşündüm. özgürlüğün sanki bir gün ulaşılacak, beklemekle gelecek cinsten bir şey olduğunu sandığım için de kendime şaştım.

zengin çocuğu mu, fakir babası mı?

en zengin 100 türkten birisi olmak ister miydim? 100,000 de idare eder diye düşünenler vardır elbette. zengin olmanın en büyük sıkıntısı, zengin çocuğu olmak kısmında. yok, dalga geçmiyorum. paranın en önemli değer, ama pek de kolay elde edilen, hatta elde edilmesine gerek bile kalmayan bir değer olmasından çocukların kafası karışıyor. zenginlik de bir kaç kuşak ömür sürüp, bitiyor. bkz. "büyük büyük dedelerin tarlaları, altınları hk hikayeler, ya da "buralar aslında bizimdi" efsaneleri..

risk analizi

savaşa asker gönderme konusu tartışılırken sürekli bir risk analizi lafı geçmekte... risk analizini kendimce çizip gazeteye yolladıktan sonra evdekilere de gösterdim; yine hiç bir şey anlamadılar. ama askerin asker olduğu ve nereye gittiği pek belli değil, üstelik gönderen de düzgün kılıklı bir adam... mış. peki, sevmediğimiz karakterleri neden tipsiz ve zevksiz giyimli yapmak zorundayız? temiz yüzlü, düzgün giyimli siyasetçilerden "yamuk yapan" olamaz mı?