Saturday, May 10, 2008

izmir'de 26 saat

izmir'de konferans vermek. 2 ayrı toplantı için İzmir’deydim. izmir'de olmak, hep çocuksu yanlarımı uyardığı için hem biraz gevşerim, hem de kendimi bu tür konuşmalarda müsamerelere katılan çocuk gibi hoş bir heyecan içerisinde hissederim. her ne kadar çocuk olarak müsamerelere pek uygun görülmediysem de, böyle bir heyecanın varlığını biliyorum bir biçimde... müsamerelere neden mi uygun görülmedim? ezberim zayıf, rol yapamam. yeteneğim yok, çalgı çalamam, dans edemem. öğremen ne yapsın?
birisi, izmir Ekin Koleji’nin aileler için düzenlediği toplantıydı. okul hayatına ilişkin tatlı sevimli bir grupla söyleşi gibi, ama yine ben çok konuşandım.
önce aileler ve öğretmenler. evsahipleri kitaplarıma ciddi biçimde göz gezdirmişler, bir çok ayrıntıyı yakalamışlardı. özellikle, izmir'de "bey" olarak anılmayı nasıl yadırgadığımı "yankı" olmaktan "yankı bey" olmaya, çocukluktan genç ve orta yaşlı olmaya geçişe değindiğim yazıya atıflar oldu. hoşuma gitti.
dinleyiciler arasında herhalde bir 40 yıl önce aynı mandolin hocasından ders aldığımız iki kişi daha vardı. çoktan rahmetli olmuş izmir'in namlı müzik öğretmenlerinden fikri bey'den nasıl korktuğumu, mandolin kursundan nasıl kaçtığımı konuşmam sırasında hatırladım.
sonra mühendisler, istatistikçiler, iekonomistler, işletmeciler. kinci konuşma ise, İzmir Makine Mühendisleri Odası’nın “yalın/6 sigma” adıyla iş ve sanayi dünyasına yönelik düzenlediği toplantıydı. ne işin var makine mühendisleri odasında, demeyin. toplantıyı düzenleyen emre (göktepe) amcamın torunu ve kuşakdaş akrabalarımdan, bir bayram yemeğinde izmir'de bahsedince, heveslenmiştim. her konuya maydanoz yanımı dürteleyen bir konu olduğu için, üretim, verimlilik, yeni uygulamalar, insanların yeni uygulamaları benimsemesi veya direnmesi...
sonuçta değişime direnç hakkında derlediğim bilgileri içeren bir konuşma oldu. bant çözümünü ve konuşma kaydını becerebilirsem, siteye podcast olarak koyarım. merak edenlere...

sorular. Konuşmalarımın benim için en tatlı anlarından birisi, sorular ve yorumlar bölümüdür. “kötüler neden daha iyi örgütlü?” "gençlere neden yol açılmıyor?" gibi bir çok soru ile zihnim aydınlandı. cevap neler yazdım, zaman içinde yazarım buraya veya şuraya...
ipucu başlıklar:
kötüler kötü olduklarının farkında mı?
gençlik bir ruh halidir. öyleyse...?
yiyip içme.
izmir'de yiyip içmeye çok zaman kalmadı. gecenin bir vakti bir şeyler içtiğimiz tepekule adlı kongre merkezinin tepesindeki lokantayı da izmirden bal '77 eski arkadaşım osman tufan'ın işlettiğini giderayak öğrenmek hoş oldu. rakı çeşitlerini az bulduğumu söyleyip çocuğu biraz şaşırtarak iltifata başladım.
nedense, bir eski arkadaşınızın yaptığı güzel bir işle karşılaştığında refleks olarak bir beğenmezlik refleksi ile çamur atma sadece bana özgü bir çocukluk alışkanlığı mı diye düşündüm. çok güzel yenilip içilen zevk sahibi bir yerdi, onu söylesem yeterdi:))

Thursday, May 08, 2008

blog okurlarına

bloguma katkı yapan okurlarıma teşekkür ediyorum.
katkıların daha kolay okunur hale gelmesi için bir yöntem önereceğini söyleyen okurumun yardımını beklemekteyim:)
tarafsız (olmaya çalışan) üslubun anlaşılır ve net olmamı engellediği saptamasına yürekten katılıyorum. daha net olmak için belki benim kafamın da daha net olması gerek...
ama çizgi ağırlıklı, çok basit gözüken bir kitap yapma idealine doğru ilerlemeye karar verdim.
cevaplarımı merak ettiğini yazan okurlarımın biraz zaman vermesini rica ederim.
bloga neredeyse iki hf dır yazamamamı düşünürseniz, durumun sıkışıklığını anlayacağınızdan eminim.

Wednesday, May 07, 2008

finans kafenin soruları

bir önceki "post"da, sağlık programı veya tedavi edici doktor kimliğinin tv ile pek uyuşmadığını söylemiştim. en azından kendim için.. peki, sen ne arıyorsun oarada diyorsanız...
kitabımın "tanıtımı" için ya da en olumlu anlamıyla "entelektüel geyik" diyebileceğimiz baymadan konferans ya da nasihat vermeden fikir alışverişi içeren programlara katılım, benim için, hem topluma bilgilerimi aktarabilme fırsatı açısından eğitsel bir değer taşıyor; hem de kişisel olarak da zevkli olabiliyor.
az önce cnbc-e'de Gülay Afşar'a (Finans Kafe) konuk oldum; "tam istediğim gibi"...
bir programdan, bir "interview"dan cevap arayan yeni sorularla ayrılabilmek, mutlu ediyor. garip gelebilir. ama cevaptan ziyade soru meraklısı birisiyim.
Ankara Fen Lisesi'ndeki geometri hocamızın dediği gibi, "şeytan azapta gerek"...
dikkatli okuyan, anlayan, muhakeme edebilen insanların medyada varlıklarını sürdürebilmelerine seviniyorum.

doktor medyada ne yapmaz

konuk olduğum televizyon programlarından birisinden çıkmaktayım. yayın kurumu görevlilerinden birisi, "sizin telefonunuzu isteyen dinleyicilerimiz var"; ben biraz refleks ile, "neden ki?"; görevli, " muayene randevusu için herhalde"; ben:"o zaman epostamı verebilirsiniz,", görevli, "ama nasıl randevu alacaklar?"; ben: "bu bir tanıtım programı değil, iş telefonumu vermek hem uygun değil, hem de istemiyorum". kızcağız, biraz şaşkın, ne kadar gıcık birisi olduğumu düşünüyor. "televizyondan bakıp, doktora gidilmez ki" diye devam ettim.
televizyon kanallarında, en saygın olanlarında bile, sağlık programlarının "ücretli katılım"la olduğu söylentileri ayyuka çıkınca, kızcağızın benim bu muhafazakarlığımı anlamasını beklemek beyhude belki de... bu sebeple doğrudan bir sağlık programına, "tedavi edici" kimlikle çıkmaktan kaçınıyorum. televizyona doktor kimliğiyle katılımı sağlık açısından bir eğitim amacı var ise, kabul edilebilir buluyorum.