Sunday, November 25, 2012

Türk Kahvesi Türk Beyni


Türk kahvesinden Türk beynine
Kahveyi nasıl kavurup, pişirdiğimiz ve tadını nasıl çıkardığımız onu Türk kahvesi yapmıştır. Beyni nasıl geliştirip kullandığımız da onu şu ya da bu beyin yapabilir. Beynimizi nasıl kullandığımız hem içinde yaşadığımız çevrenin, hem de kültürün ürünüdür. Hayatımızın nasıl bir bağlam içinde cereyan ettiği beynimizin kullanım biçimini de belirler. Bir başka deyişle, beynin işleyişi, beyni kimin taşıdığı kadar taşıyan kişinin içinde yaşadığı dönem, yer ve koşullara bağlıdır. Elbette, Türk beyni diye bir şey yok (bir ulusal beyin anlamında!); ama Türkiye’deki toplumsal (ve belki de iş) hayatın beklentilerine ve gereklerine en iyi uyan bir egemen beyin işleyiş tarzı olabilir. Üstelik, bir çok Türk beyni türü de içinde olduğu mikroçevrenin (deniz kıyısı, dağlık, çatışmalı, huzurlu gibi) gereklerine göre oluşabilir. Aslında, hemen her beyinin birden çok tarz ve türde işleme kapasitesinde olduğunu varsayabiliriz; ancak öne çıkan, o anda egemen olan beyin işleyiş tarzı, içinde yaşanan bağlam tarafından bir anlamda ‘seçilir’.

Monday, November 19, 2012

merak etme sen


Merak etme sen, ya da takma kafana, bir şey olmaz, gündelik hayatın zorlukları karşısında göçebelerin geleceği dert etmezliklerini iyi anlatan cümlelerden birisidir (Ergun Çağatay’ın Türkçe Konuşan Halklar kitabına yazdığı önsözden esinle, Çağatay ve Kuban, Prestel, 2006). Konuştuğumuz dil, daha net söylemek gerekirse, bir duyguyu ya da düşünceyi söylemek için tercih ettiğimiz kelimeler, belli bir beyin işleyiş tarzına karşılık geliyor olsa gerek. Eğer günümüze özgü bir Türk beyni (işleyiş biçimi) varsa, buna denk gelen giderek daha çok tercih edilen kelimeleri bulabilir miyiz? Bu kelimeleri bilmek bizim aklımızda ve beynimizde olan biteni daha iyi anlamamıza yardımcı olur mu? Sadece Türkçe konuşanlarda değil, başka dilleri konuşanların beynindeki egemen işleyiş biçimini dilde o dönem daha ziyade kullanılan kelimelerden tayin edebilir miyiz?  (Feelings Run Faster adıyla İngilizce olarak yayımlanacak kitabımdan)


parmaklarıyla görebilmek


parmaklarıyla görebilmek
Körler kabartma Braille alfabesiyle basılmış kitapları parmak uçlarını kullanarak okurlar. Okuma sırasında, dokunma bölgeleri aktif olsa da, kitapta tasvir edilen durumun içerdiği görsellik ölçüsünde görme alanlarının, hareket içerdiği ölçüde hareket saptayıcı alanların aktivitesi izlenebilir. Göze görünmeyen, parmakların iletimiyle beyinle görünür hale girer. Hayal görsel beyin bölgelerini canlandırır.
Körlerin bir başka ‘okuma’ biçimi olan kitap dinleme ise, ilk bakışta yalnızca görme engelini aşmak üzere bulunmuş bir çözümmüş gibi gözükebilir. İlk kitabınızla nasıl karşılaştığınızı hatırlayın. Okudunuz mu, dinlediniz mi?  Kendisine okunan kitabı annesinin, babasının sesinden dinleyerek büyüyenler okumayı dinleyerek öğrenirler. Dinlediğiniz her kitabın bıraktığı iz, okunandan daha derin olabilir. (Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı için yaptığım bir konuşmanın notlarından, www.turgok.org).

Friday, November 16, 2012

hayat beyinde kurgu olur


Hayat beyinde tekrarlanınca kurgu olur
Kurgunun etkileyiciliği ve akıl çeliciliği karşısında dayanmak zordur. Aynı cazibe hayal kırıklığına da yol açabilir. Bir romandan yapılmış filmin hayal kırıklığı yarattığı başlıca an, filmdeki karakterin tipinin, duruşunun hiç de bizim hayal ettiğimiz gibi olmamasıdır. Romanda çizilen kişiye ‘benzemediğini’ söylediğimizde, anlatıyı adeta o kişiyi görüyormuşcasına, görmüşcesine okuduğumuzu düşünebiliriz. Roman ya da öykü, kurgusal bir anlatıyı okurken zihnimizde nasıl bir canlanma, beynimizde nasıl bir hareket oluyor? Bu soruya cevap arayan çalışmalardan bir tanesi (Emory’den bir ekibin Brain and Language’deki yazısı) metaforik ifadeleri dinleyenlerin beyinlerinin hangi bölümlerinin aktifleştiğine bakmışlar. ‘Kadife sesli şarkıcı’, ya da ‘çikolata renkli dansçı’ gibi ifadeler kullanıldığında beyinde dokunma ya da tad/renk duyularını işleyen (‘sensori-motor’) alanlarında kan akımı yoğunlaşmış. Oysa, ‘güzel sesli şarkıcı’ gibi benzetme veya eğretileme kullanmaksızın tanımlayıcı bir ifade duyu sistemini pek etkilemiyor; doğrudan doğruya dil işlem bölgesinde bir aktivite yaratıyor. Fransa’daki bir başka çalışmacının bulguları, hareket içeren cümleleri dinlerken beyinde harekete özel alanların aktifleştiğini göstermiş. Örneğin, ‘tuttuğunu koparan adam’  veya ‘kaderin sillesini yemiş’ dediğimizde, beyinde el hareketleri sırasında aktifleşen bölgeler bu cümleleri dinlerken veya okurken de canlanıyor. Okumak, adeta kurguda tanımlanan durumu yaşıyormuşuz, eylemi yapıyormuşuz, duyuyu hissediyormuşuz gibi bir değişikliğe yol açarak ile beyinde bir sahicilik efekti oluşturur.
Sahiden öyle olsaydı nasıl birisi olacağını yazarın tanımının beynimizde yol açtığı değişiklikler sonucunda tasarlayabiliriz. Diğer yandan, bu yetenek beynin her hayal edilen için ayrı ayrı aktiviteler oluşturmasından ziyade, hayaller için bir altyapı aktivitesi sağlamasına imkan verir. Öyle bir altyapı ki, roman ya da öyküde tasvir ve tarif edilen eylem ya da düşünceyi, sanki kendimiz yapıyor ya da düşünüyormuşuzcasına bir etki yaratarak, müthiş bir gerçeklik etkisi yaratır. Roman kahramanının ne düşündüğünü, neden düşündüğünü, hatta neden düşünemediğini anlamamıza yardım eden bu gerçeklik etkisi, empatinin işlemesini sağlar. Başka birisinin ruhuna sızmamıza olanak buluruz. O’nun gözünden dünyaya baktığımızda, o zamana kadar aklımızın almadığı başka bir bakış açısını anlayabiliriz. Romanın ya da öykünün ikna ediciliğinin sırrı beynimizde cümlelerin içerdiği metaforik manaları eylemi yapmış, kokuyu duymuş ya da serinliği hissetmişlik duygusu ile yaşatmasındadır. Net olmayan anlamlar içeren cümleler, metaforları ile herkesin kendi net görüntüsünü mevcut anlatının çerçevesine eklemesini mümkün kılar. Bu net görüntü her ne kadar kişisel ya da özel olacak gibi gelse de, romanı okuduktan sonra hepimizin aklında canlanan ‘karakter’lerin ortak yanları sayısızdır.  Ortak yanları yakalayamayan filmlerin kahramanları pek inandırıcı olmaz. Filmi romandan sonra mı seyretsek, romanı okumadan filme baksak-bakmasak tartışmasının kaynağı, inanmak ve kendimizi kaptırmak üzere seyrettiğimiz filme olan inancımızı kaybetme olasılığıdır.
(17 Kasım 2012, Okumak: Beynin kalple birleştiği işlev; 31. İstanbul Tüyap Kitap Fuarı/ Notre Dame de Sion Fransız Lisesi ve Mezunlar Derneği tarafından düzenlenen paneldeki konuşmam  için hazırlık notlarından)