Hayat beyinde
tekrarlanınca kurgu olur
Kurgunun etkileyiciliği ve akıl çeliciliği karşısında
dayanmak zordur. Aynı cazibe hayal kırıklığına da yol açabilir. Bir romandan
yapılmış filmin hayal kırıklığı yarattığı başlıca an, filmdeki karakterin
tipinin, duruşunun hiç de bizim hayal ettiğimiz gibi olmamasıdır. Romanda
çizilen kişiye ‘benzemediğini’ söylediğimizde, anlatıyı adeta o kişiyi
görüyormuşcasına, görmüşcesine okuduğumuzu düşünebiliriz. Roman ya da öykü,
kurgusal bir anlatıyı okurken zihnimizde nasıl bir canlanma, beynimizde nasıl
bir hareket oluyor? Bu soruya cevap arayan çalışmalardan bir tanesi (Emory’den
bir ekibin Brain and Language’deki yazısı) metaforik ifadeleri dinleyenlerin
beyinlerinin hangi bölümlerinin aktifleştiğine bakmışlar. ‘Kadife sesli şarkıcı’,
ya da ‘çikolata renkli dansçı’ gibi ifadeler kullanıldığında beyinde dokunma ya
da tad/renk duyularını işleyen (‘sensori-motor’) alanlarında kan akımı
yoğunlaşmış. Oysa, ‘güzel sesli şarkıcı’ gibi benzetme veya eğretileme
kullanmaksızın tanımlayıcı bir ifade duyu sistemini pek etkilemiyor; doğrudan
doğruya dil işlem bölgesinde bir aktivite yaratıyor. Fransa’daki bir başka
çalışmacının bulguları, hareket içeren cümleleri dinlerken beyinde harekete
özel alanların aktifleştiğini göstermiş. Örneğin, ‘tuttuğunu koparan adam’ veya ‘kaderin sillesini yemiş’ dediğimizde,
beyinde el hareketleri sırasında aktifleşen bölgeler bu cümleleri dinlerken
veya okurken de canlanıyor. Okumak, adeta kurguda tanımlanan durumu yaşıyormuşuz,
eylemi yapıyormuşuz, duyuyu hissediyormuşuz gibi bir değişikliğe yol açarak ile
beyinde bir sahicilik efekti oluşturur.
Sahiden öyle olsaydı nasıl birisi olacağını yazarın
tanımının beynimizde yol açtığı değişiklikler sonucunda tasarlayabiliriz. Diğer
yandan, bu yetenek beynin her hayal edilen için ayrı ayrı aktiviteler
oluşturmasından ziyade, hayaller için bir altyapı aktivitesi sağlamasına imkan
verir. Öyle bir altyapı ki, roman ya da öyküde tasvir ve tarif edilen eylem ya
da düşünceyi, sanki kendimiz yapıyor ya da düşünüyormuşuzcasına bir etki
yaratarak, müthiş bir gerçeklik etkisi yaratır. Roman kahramanının ne
düşündüğünü, neden düşündüğünü, hatta neden düşünemediğini anlamamıza yardım
eden bu gerçeklik etkisi, empatinin işlemesini sağlar. Başka birisinin ruhuna
sızmamıza olanak buluruz. O’nun gözünden dünyaya baktığımızda, o zamana kadar
aklımızın almadığı başka bir bakış açısını anlayabiliriz. Romanın ya da öykünün
ikna ediciliğinin sırrı beynimizde cümlelerin içerdiği metaforik manaları eylemi
yapmış, kokuyu duymuş ya da serinliği hissetmişlik duygusu ile yaşatmasındadır.
Net olmayan anlamlar içeren cümleler, metaforları ile herkesin kendi net
görüntüsünü mevcut anlatının çerçevesine eklemesini mümkün kılar. Bu net
görüntü her ne kadar kişisel ya da özel olacak gibi gelse de, romanı okuduktan
sonra hepimizin aklında canlanan ‘karakter’lerin ortak yanları sayısızdır. Ortak yanları yakalayamayan filmlerin
kahramanları pek inandırıcı olmaz. Filmi romandan sonra mı seyretsek, romanı
okumadan filme baksak-bakmasak tartışmasının kaynağı, inanmak ve kendimizi
kaptırmak üzere seyrettiğimiz filme olan inancımızı kaybetme olasılığıdır.
(17 Kasım 2012, Okumak: Beynin kalple
birleştiği işlev; 31. İstanbul Tüyap Kitap Fuarı/ Notre Dame
de Sion Fransız Lisesi ve Mezunlar Derneği tarafından düzenlenen paneldeki konuşmam için hazırlık notlarından)
2 comments:
Cok guzel.Gorseluyaranlarla, isitsel uyaranlarla ya da sadece okumayla beyinde olusan degisikliklerin farkini merak ettim.
Güzel bir presatasyon .
Post a Comment