Friday, May 16, 2014

Soma’daki travmanın psikolojik etkileri neler olabilir?

Travma nedir? Soma’daki travmanın etkileri neler olabilir?
Yazının kalanında bazı temel bilgileri tekrarlayacağım. bu bilgilerin bir kısmı teorik gözükebilir. Ancak 1999-2003 arasında Adapazarı’nda psikososyal rehabilitasyon uygulamasını beraberce yaptığımız çocuk psikiyatrisi ve psikolojisi alanlarından klinisyenler ve öğretmenlerin emekleri ile elde edilmiş verilere dayalı olduğunu belirtmeliyim.
Ruhsal travma, "dış kaynaklı bir felaketin yarattığı zihinsel durumun sonucu olarak, bireyin kendini geçici olarak çaresiz hissetmesi ve daha önceleri işe yarayan savunma ve başa çıkma mekanizmalarının işlemez hale gelmesi" olarak tanımlanabilir.
Travmanın ruhsal yapımızı örseleyici etkileri ne şekilde gerçekleşir, kimler en çok etkilenir?

a.      Doğrudan örseleyici olaylar yaşamak: Madenden kurtarılmış olanlar, hem kendilerinin hem başkalarının ruhsal ve bedensel bütünlükleri bozulduğu için.
b.      Başkalarının başına gelen olayları görmek/tanıklık etmek: olay yerinde veya medya aracılığıyla duruma tanık olanlar.
c.      Bir yakınının (aile-arkadaş) başına travmatik bir olay geldiğini öğrenmek (gerçek bir ölümün ya da ölüme yakın bir durumun doğması, kaba güç kullanımı ya da kaza sonucunda): aile üyeleri, dostlar, mesai arkadaşları, komşular.
d.      Travmatik olayların ayrıntılarıyla, yineleyici biçimde ya da aşırı düzeyde karşı karşıya kalmak: özellikle yardım ve kurtarma ekipleri, cenazelerle ilgilenenler, ailelere destek olanlar.

Anormal bir durum, anormal tepkiler
Yaşanan facianın kendisi ve sonrasında olanlar başlı başına anormal bir durumdur. Bu anormal duruma karşı ortaya çıkan tepkilerin de ‘anormal’ nitelikte olması beklenir. Facianın doğurduğu ruhsal tepkilerin anormalliğinden söz ederken, sonrasında ortaya çıkan davranış ve duyguların, insanların tepkilerinin “doğallığını” yadsıyor değilim. Hayatımızın içinde alışılmadık bir durum olarak anormalliği kastediyorum. Bu anormal tepkilerin neler olduğunu bilmek ise, olayın psikolojik etkilerini anlamayı ve bunlarla başa çıkmayı kolaylaştırabilir.
Şiddetli bir travmatik olaydan hemen sonra, en sık görülen durum şoktur. Hatta bazı insanlarda şok o derece ağırdır ki, duyguları ifade etmek çok zorlaşır. Bir donukluk ortaya çıkar. Bu durum, aslında yoğun sıkıntıya karşı organizmanın vermesi beklenen bir tepkidir. Bir süre için kişi kendini uyuşmuş, yaşamdan kopmuş gibi hissedebilir. O kopukluk, bir süre için ruhsal travmanın etkilerinin yıkıcı olmasını önleyebilir. Cenazeleri teslim alabilmek için eşlerini, babalarını, çocuklarını resimlerinden teşhis etmeye çalışanların kimisinin yüz ifadesinde gördüğümüz donukluk budur. Kaybettiklerinin acısıyla çığlık atanlar, kızgınlıkla bağırıp çağıranlar, öfke ile haykıran ya da sedyeye uzanırken çizmemi çıkartsam mı diyenler şok durumunun etkisi altındadırlar.
Durum zaman içinde nasıl seyreder? Bazı insanlar hemen tepki gösterir, bazılarının tepkileri ise aylar, hatta yıllar sonra, gecikmeli olarak ortaya çıkabilir. Ortaya çıkan rahatsızlık verici tepkiler kimimizde uzun bir zaman sürebileceği gibi, kimimizde kısa bir zaman içinde  yatışabilir.
Travmaya maruz kalmış kimi kişiler, olayın yaşandığı sırada çok enerjiktirler ve adeta bu enerji sayesinde, olayla daha kolay başediyor gibi gözükebilirler. Aynı yorulmak bilmezliği yardım ekiplerinde de 1999’da görmüştük. Ancak bu en enerjik ve yıkılmazcasına koşuşturan kişilerin bir süre sonra umutsuzluk ve karamsarlık içine girmeleri olasıdır. Ne yardım ekiplerinden, ne de travmaya dayanabilmiş gözükenlerden olağanüstü ya da insanüstü bir çaba beklememeliyiz. Bu çabayı gösterenleri hem ekiplerin işlevselliğini, hem de bireylerin ruh sağlığını korumak adına önlemeli, standart (dinlenmeye, sohbete, yakınlarla temasa imkan veren) bir çalışma ve yaşama düzeni oluşturabilmeliyiz.
Başlangıçta. İlk şoktan sonraki tepkiler kişiden kişiye ve aynı kişide zaman ekseni boyunca farklılıklar gösterir. Soma faciasından etkilenen bir çok kişi çok farklı rollerde bu olayı yaşamakta. Madenden sağ ama örselenmiş olarak çıkanlar, yakınlarını kaybedenler, madendeki hizmetlerde ve sonrasındaki destek faaliyetlerinde değişik düzeyde yer almış olanlar... Uzakta olup çaresiz hissedenler, haksızlık ve vicdan yoksunluğu örneği davranışları görüp hiddetlenenler. Listeyi uzatabiliriz.
Duygularımız travmatik süreçte olduğumuz konuma ve etkilenim biçimimize göre değişebilir: Korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, öfke, karamsarlık, panik, çaresizlik ve utanç gibi duygular çok derin ve yoğun yaşanır. Bu duygularda ani iniş-çıkışlar olur. öncesindeki kişilik ve davranış özelliklerimiz, ruhsal yapımıza etkisi olan başta karamsarlık ve kaygı bakış açılarını etkileyebilir.
Orta ve uzun vadede. Travmatik olayla birlikte ya da olaydan bir süre sonra başlayıp, müdahele edilmediği takdirde aylarca sürmesi muhtemel olan diğer belirtiler ise; insanlardan uzaklaşma ve yabancılaşma, psikosomatik şikayetler (karın ağrısı, döküntü gibi), “disosiyatif” belirtiler (rüyada gibi hissetme, çevreyi ve bedeni değişmiş gibi algılama), yorgunluk/ bitkinlik, konsantrasyon bozukluğu, travmatik olayı tekrar tekrar yaşıyormuş hissi, sürekli "teyakkuz" halinde olma ve kendi kendine zarar verici davranışlarda bulunma olarak özetlenebilir.
Büyük bir facianın etkilerini yaşayan herkesin ağır ya da hafif psikolojik rahatsızlıklar yaşaması normaldir. Fakat, bunun normal ya da beklenen bir süreç olması, müdahale edilmeyeceği anlamına gelmez.
Kimler riskte? Bir insanın travmaya nasıl yanıt vereceği,  o kişinin genetik altyapısı, özgeçmişi, varolan fiziksel ve ruhsal bozuklukları ve çevresinden ne kadar destek alabileceği gibi birbirinden farklı faktörlerce etkilenir. Yaşanan bir felaket sonrasında hangi çocuklarda travmaya bağlı stres bozukluğu görüleceği kesin olarak kestirilememekle birlikte,  çocuğun özgeçmişinde dikkat eksikiği-hiperaktivite ve annesinde anksiyete (panik, fobi, evham, takıntı gibi) öyküsü bulunması önemli risk faktörleridir.  İlk günlerde  Ayrılığa dayanıksızlık, duyguların donuklaşması, gerçeklikten kopma, şaşkınlık ya da hayalperestlikte artış, üzüntü, yaşamın çok zor olacağına dair bir inanç ve karamsarlık gibi belirtiler uzun vadeli problemlerin ortaya çıkma olasılığını arttıran işaretler olarak yorumlanır. Ülkemizde yaşanan her felaktten etkilenen kitlenin büyüklüğünü düşündüğünüzde, yüksek riskli sayılacak çocuk ve genç sayısının yüzbinlerle ölçülecektir. Yapılacak “müdahalelerin” bu sayıyı hesaba katarak planlanması gereğini, bildiğimiz ‘terapi’ler ya da ‘dert dinlemeler’le sınırlı kalmayacağını, psikososyal yardım uygulamasının da ruh sağlığı alanındakilerin liderliğinde toplumun bütününce gerçekleştirileceğini de söyleyebiliriz.


afetlerde psikososyal yardım temel fiziksel ihtiyaçların karşılanmasıyla başlar

Afet durumlarında psikososyal yardım: ilk haftalar öncelik fiziksel ve gündelik yaşam ihtiyaçlarındadır.
Bir çok kişi psikososyal desteğin sadece psikolojik sorunların ‘terapi’ ile halledilmesinden ibaret olduğunu düşünür. Oysa, felaket dönemlerinde psikososyal desteğin en önemli basamağı fiziki ihtiyaçların öncelikle karşılanması, bilgi akışının saydamca gerçekleşmesidir. Öncelik bölgedeki insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasında, uykunun, beslenmenin, gündelik yaşam rutinlerinin, gündelik hayat güvenliğinin sağlanmasında, ne olup bittiğinin, kimin başına ne geldiğinin, ölümlerin bir an önce aydınlatılması, bilgi akışının dürüstçe ve saydam bir şekilde gerçekleşmesindedir. Psikolojik bakış mutlaka ruh sağlığı alanında çalışan kişiler tarafından uygulamaya geçirilecek bir ‘metod’ değil, aksine kişinin ruh ve beden bütünlüğünü esas alan bir perspektiftir. Polisinden başbakanına, belediye reisinden öğretmenine her kademedeki uygulamanın içinde yer alması gereken, her sorumlu ve görevlinin ‘psikososyal yardım elemanı’ gibi hareket etmesini gerektirir. İşi psikiyatrlara, psikologlara havale ederek ilerlemek mümkün değildir. Israr ve inat edip, bildiği gibi hareket edildiğinde ya bağırıp çağırarak, kırıp dökerek ya da vicdan ve insafa göre yardım destek vererek bir şeyler yapmaya çalışılır.
17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri gibi geniş ölçekli bir travma sonrasındaki deneyimler mümkün olabildiğince çok sayıdaki etkilenmiş kişiye ulaşıp, en etkin biçimde müdahelede bulunabilmek için, öncelikli risk gruplarını belirlemek ve kime hangi müdahalenin yapılacağına karar vermenin önem taşıdığını ortaya koydu. Psikiyatri ve psikoloji alanında uygulayageldiğimiz geleneksel tedavi modelini kullanarak bu durumla yeterince ve gereğince başa çıkmanın mümkün olmadığını gördük. Psikososyal yardımın hele bu tür travmatik durumlarda bir ‘dert dinleme’ ya da ‘içini boşaltma’ olmadığını, ‘bölgeye psikolog ve psikiyatrist yağdırarak’ ruhsal sorunları çözeceğini sanan göstermelik iş yapma heveslisi yönetimlerin yanıldıklarını da yapılan araştırmalarda ortaya koyduk.
1999 deneyiminden en çok ders çıkartanların ve alanda kendisini geliştirenlerin arasında psikososyal yardım alanında çalışan meslek grupları var. Psikiyatrlar, çocuk ve ergen psikiyatrları, psikologlar, psikolojik danışmanlar ve sosyal çalışmacıların üyesi olduğu meslek birliklerinin Türk Kızılayı koordinatörlüğünde oluşturduğu afet bölgelerinde psikolojik destek ve krize müdahale  çalışmalarından sorumlu Afetlerde Psikolojik Hizmetler Birliği (APHB) çalışmalarının Soma’daki felaketin (ve felaketin acısını arttıran siyasi yöneticilerin) yıkıcı etkilerini onarmakta etkin olacağı düşüncesindeyim. Ancak bu çalışmaların ön aşamalarında psikososyal farkındalığa dayalı olan ‘fiziksel’ gerekler (temel ihtiyaçlar, bilgi ve iletişim gibi) karşılanmaksızın ve psikososyal ihtiyaçlar duruma özel olarak belirlenmeden ilerlemek (en az birkaç hafta) mümkün olmayacaktır. Bölgeye ‘psikososyal yardım’ yapacak insanların daha çok sayıda gelsin çağrısı yapan mesajları yazanların bu gerçeği bilmesi, kaynakların doğru yönlendirilmesi açısından ve geçmiş afetlerdeki deneyimlerimizin ışığında bir zorunluluktur.


travmaya uzaktan tanıklık

Travmaya tanık olmak canlıların hayat hakkına saygılı herkesi etkiler

Soma’da aynı anda çok sayıda kişinin canını kaybetmesiyle beraber yaşadığımız sarsıntı bir ruhsal travmadır. Bu travma en başta ve doğrudan canını zor kurtarmış maden işçilerini ve yakınlarını maden ocağında kaybetmiş olanları etkiledi. Peki ya Soma’da yaşamayıp uzakta olanlar nasıl etkileniyor? Acıya ve ölümlere tanık olup bir şey yapamamanın verdiği güçsüzlük, tanımasak da insan olarak aynı zemini paylaştığımız için ölümlerinden ve yakınlarının üzüntüsünün herkese yayılması ile.
Üstüne ölümün yüzlerce insanı bu kadar kolayca almasını olağanlaştırıp azımsayan iktidar bakış açısı, öfkeyi tahrik ederken üzüntüye yer bırakmayan, acıya saygısız tutum.
İktidardayken kendi güvenliğini en yüksek öncelik görüp, olan biten her olayı buna tehdit olarak değerlendirenler 1999’da ne olup bittiğini hatırlamalılar.
Adapazarı’nda dört yıl kadar süren afet sonrası psikososyal müdahale çalışmamızın ilk 6 ayı içinde çocuklardaki travmaya bağlı ruhsal sorunları ölçerken, kendimize mihenk olarak Samsun ve İzmir’deki çocukları seçmiş, onları deprem merkezine uzaklıkları sebebiyle ‘normal kontrol grubu’ olarak kabul etmiştik. gelin görün ki, bizim normal kontrollar neredeyse Adapazarı ve Değirmendere’deki çocuklar kadar travma semptomu göstermekteydiler. Bu semptomları televizyonlardaki deprem görüntülerini izlemişlikleri, deprem bölgesindeki acı olayları evlerindeki büyüklerin konuşmalarından duyup dinlemişlikleri ölçüsünde fazlalaşmaktaydı.
Travmatik bir olayı ve sonrasını  ‘uzak’tan görmek, çekilen acıyı hissetmek, hissederken çaresizliğe kapılmak travmatize olmayı sadece kolaylaştırır. Travmatik acının üzüntüye değil de öfkeye evrilmesi ise, yetkili ve sorumlu gördüklerimizin üstlerine düşeni yapmadıklarına kanaat getirdiğimizde olur. 1999 depreminde olduğu gibi önce bir tür günah keçisi gibi önce müteahhitlere yönelen,  hükümetin ise birkaç yıl sonraki seçimlerde silinip gitmesinde rol oynayan öfke budur. Ancak öfke yas sürecinin yaşanmasını önler. Yaşanmamış yas vücutta biriken bir zehir gibi ruhsal yapıyı bozar. Şiddet, fanatizm, değer çarpılmaları ve toplumda yoğun bir tutuculaşma doğurur. Bugüne bakarken bunu hatırlamalıyız. Toplumumuz yaslarını hakkıyla ve tam olarak yaşayabilmelidir ki, ayağındaki bağları çözüp ilerleyebilsin.



Thursday, May 15, 2014

Facia kurbanı yakınlarımızın hayatta olup olmadığı kesin değilse


Savaş, kaçırılma, doğal veya ‘yapay’ afet gibi felaketler sonucunda cesetlerine ulaşılamayan veya kimliği saptanamayan bireyler “ölümleri kesinleşmemiş insanlar” olarak tanımlanır. Belirsizliğin hükmettiği bu durumlar insanlarda karışıklık ve ümitsizlik duygularına yol açabilir.
Soma’daki maden faciasında bu yazının yazıldığı anda hayatta olup olmadıkları belli olmayan ancak umudun azaldığı belirtilen çok sayıda insan var. Ölümün (ya da hayatta kalmış olmanın) kesinleşmediği durumlarda hem aile üyelerine, hem de onlara psikososyal destek verenlere şu aşamada yararlı olabilecek bazı bilgileri değişik kaynaklardan toparladık. Bu notu hazırlamama yardım eden Psk Sedef Özoğuz'a teşekkür ederim.

Çocuklar hayatta olup olmadıkları veya ölümleri kesinleşmemiş yakınlarının etkilenmiş olduğu felaketlerde nasıl tepki verirler?

Bu durumlarda ölüm belirsizliğinin günlük aktivitelerin tamamlanmasını engelleyici rolünden dolayı çocuklardaki travmatik tepkiler ölüm sonrasındaki hayata tekrar uyum sürecini bozabilir.

Ölüm sonrasındaki hayata tekrar uyum süreci birkaç aşamayı içerir:

  • ·       Ölümün gerçekliğini ve kalıcılığını kabullenmek
  • ·       Hayatındaki değişikliklere ve ölüm sonucunda oluşan kimliğe alışmak
  • ·       Ölen kişiyle olan bağın anma ve hatırlama gibi aktivitelerle devamını sağlamak
  • ·       Ölen bireyin neden öldüğünü düşünerek ölümü anlamlandırmak


Kendine yakın bir bireyin “kayıp, nerede olduğu, hayatta olup olmadığı belirsiz” durumunda olması çocukların travmatik yas içine girme riskini arttırabilir. Travmatik yas çocuklarda Travma Sonrası Stres Bozukluğu’na benzer belirtiler yaratabilir.

Travmatik yas’ın oluşturduğu belirtileri bilmek müdahale gereğini saptamamıza yardımcı olur:

  • ·      Düşünsel tepkiler: Kayıp kişiyi sürekli düşünme, kâbus görme, kayıp kişinin nasıl öldüğünü düşünme, ölmeden önce nasıl acı çektiğini hayal etme, kayıp kişinin kurtulduğu senaryolar kurgulama.
  • ·      Kaçınma: Kayıp kişiyi hatırlatan yerlerden, insanlardan hatta duygulardan uzaklaşma, bireyin fotoğraflarını kaldırma, birey hakkında konuşmaktan kaçınma, bireyle daha önceden yapılan etkinlikleri bırakma ya da genel olarak hissizleşme.  
  • ·      Fizyolojik tepkiler: Tedirginlik, gerginlik, sinirlilik, uykusuzluk ve yeni korkuların belirmesi.


Travmatik yas geçiren çocuklar okulda konsantre olmakta zorlanabilir; ailesinden ve arkadaşlarından uzaklaşıp kopabilir.

Ölümlerin kesinleşmemiş olduğu felaketlerde çocuğun bununla başa çıkabilmesi için nasıl yardımcı olabiliriz? Kayıpları olan ailelere dönük öneriler

Ölüm kesinleşse bile çocuklar ölen bireyin geri geleceğini umutla bekleyebilirler. Cenaze bir anlamda ölümün kesinleştiricisi olan bir törendir. Cenazenin olmadığı, ölü bedenin teslim alınamadığı durumlarda, ölümü kabul etmek geride kalanlarda suçluluk ve sadakatsizlik hisleri yaratabilir.
Olay hakkında farklı aile bireyleri olayı çok farklı yorumlayıp değerlendirebilirler. Bazıları cenazesi olmayan kişinin bir biçimde kurtulmuş olabileceğini düşünerek olaya daha umutlu yaklaşırken diğerleri o kişinin öldüğünü hemen kabul edip cesedin bulunamamış olmasıyla ilgili karmaşık duygular yaşayabilir.  


Çocuğun bu karmaşık duygularla başa çıkabilmesine yardım etmek için neler yapılabilir?  

  • ·       Çocuğun duygularını önemseyiniz. Hisler söz konusu olduğunda doğru veya yanlış yoktur. Hisler zamanla değişebilir. Çocukla birlikte duygularınızı ifade ederek, paylaşarak bu duygularla nasıl başa çıkılacağı konusunda yol göstermek yardımcı olur.
  • ·       kaybettiğiniz yakınınızı hatırlatacak anı eşyalarını gözönünde tutun. Kayıp, ‘cenazesiz’ kişinin fotoğraflarının veya eşyalarının kaldırılması, hatıraların silinmesi veya acının dindirilmesi için yardımcı bir yol değildir.  Birey hakkında olumlu hatıraların paylaşımı daha iyi bir yöntemdir.
  • ·       Hayatınızda bir değişiklik yapmadan önce çocuğun duygularını göz önünde bulundurunuz. Örneğin, bazı çocuklar ölmüş olan kişinin eşyalarının yerinde durmasına veya kıyafetlerinin dolapta asılı olmasına üzülürken diğer çocuklar bu hatırlatıcı unsurları rahatlatıcı bulabilirler.
  • ·       Günlük hayatta ve ilişkilerde devamlılık sağlayınız. Durumun belirsizliği çocuklarda güvensizlik duygusu yaratabilir. Bu noktada gündelik akışın ve düzenin sağlanması, normal hayatta yapılan aktivitelerin devamı (okula gitmek, evin temizlenmesi, sofranın kurulması gibi) çocukların daha kontrollü bir ortamda kendilerini daha iyi hissetmesine yardımcı olur.
  • ·       Acil durum planı. Çocuğun güvenlik duygusunu arttırmak için yaşına uygun bir ‘acil durum’ planı yapabilirsiniz. Bir acil durumda ulaşabileceği akraba ve komşuların telefon numaralarının olduğu bir liste, kapısını çalabileceği bir adres bile güven duygusu verir.
  • ·       Çocuğu ölümlerle ilgili medyada yayınlanan haberlerden uzak tutun. Diğer yetişkinlerle konuşurken ne söylediğinizi tartarak konuşun. Çocuklar bu tür üzücü olaylar sırasında etraflarındaki konuşmalara daha çok dikkat ederler. Konuşulanların çocuklar tarafından yanlış anlaşılması onların gereksiz yere korkmasına neden olabilir.
  • ·       Yaşanan durumu çocuğunuzla açık ve yaşına uygun bir biçimde konuşunuz. Küçük çocuklar bir yakınlarının ölmesi ancak cenazesinin olmaması gibi durumu algılamakta zorluk çekebilirler. Daha büyük çocuklar olayın belirsizliğiyle başa çıkma konusunda yardıma ihtiyaç duyabilirler. Ergenler ise kesin cevaplar alamadıkları için etrafındakilere öfkelenebilirler.   
  • ·       Kendinize dikkat edin, acınızı yaşamak için kendinize fırsat verin. Durumun gerginliği çocuklarla sınırlı değil; kendi yasınızla başa çıkabilmeniz çocuğunuza destek olmak açısından sizin gücünüzü arttıracaktır.
  •