Şimdiki
gençler (PerYön'ün PY dergisi için)
Yönetim kurulu
toplantısında ilk 5 dakikadan sonra Blackberry’sinden (biraz yaşlıca kaçtı,
iPhone demeliyim) mesajlaşmaya başlayan, ne YK başkanı babasının, YK başkan
yardımcısı amcasının, ne de SRX Holding’den yeni transfer edilmiş CFO’nun
anlattıklarını dinlemeyen ‘şimdiki genç’ YK murahhas azasına (kartında öyle
yazıyor) ne demeli? Saygısız? Kimsenin görüşüne değer vermeyen? Kendisine kulak
verirseniz, toplantının sonucu çoktan belli olduğu ve artık boşa aşamasına
geçildiği için, odadan çıkıp gitmek gibi bir saygısızlık yapmak yerine ses
çıkartmayıp bbm’i ile meşgul. Üstelik işiyle ilgili mesajlaşmakta.
Babası lisedeyken
‘dersin düzenini bozuyor, dinlemiyor’ diye onu uyarmış olan öğretmenlerine on
yıl sonra hak verirken, bu durumu anlamak için ‘test kuşağı’dır ya da ‘z’
kuşağıdır deyip geçebilse rahat edecek. Okuldayken sınavda çıkacak soruların
cevabı dışındaki konularla, ‘hayatta kesin işine yaramayacak’ bilgilerle
uğraşmaması için yıllarca çabalayıp, iyi bir işadamı olsun, uyanık olsun,
kimselere kendini ezdirmesin diye yetiştirdiği oğlunun sağındaki solundakileri
küçük görüp ezmesine, hiç bir (‘küçük’) işi sonuna kadar sürdüremezken büyük
işlerin adamı olma hevesine akıl erdiremiyor.
Aile şirketlerinin herkesten
fazla hissettiği, ama aileleşmiş şirketlerde de pekala hissedilen kuşaklar
arası farklılığı ya da eskilerin yenileri beğenmezliğini yeni bir durum olarak
görebilir miyiz? Gençlerin kendilerinin anlaşılmadığını ve büyüklerin
geçmişinin günümüzdekinden çok farklı olduğunu sanmaları, büyüklerin ise
onların hep öyle kalacaklarına inanıp kendi geçmişlerini hiç hatırlamamaları kuşak farkının mutlak ve giderek
keskinleşen bir çelişki olduğunu düşündürebilir. Hem (bu yazıda kendi dilim
olan orta yaşkuşağının diliyle konuşursam) gençlerin bize benzemelerinden
(babamız hayatta olsa: ‘ne varmış halinde?’), bizim ‘çektiklerimizi’
çekmelerinden (‘kötü mü oldu?’) kaygı duyup, hem de hiç bize benzemiyor
olduklarını (ve bizim gibi adam olamayacaklarını) dert etmemiz paradoksal değil
ise, nasıl?
Kuşakların birbirini
anlamaması ya da birbirine hayret etmesinin zihnimizde yarattığı karışıklığı
aşmanın bir yolu, X, Y ya da Z kuşağı saptamalarındaki gerçeklerin ötesinde
kuşaklar arasındaki benzerlikleri bulmayı denemek.
Her kuşakta mevcut
olup, çoğunlukta veya azınlıkta oluşu çağa ya da çağın ruhuna (zeitgeist diyor ya konferans guruları) göre değişen özelliklerin (çabuk sıkılan,
maymun iştahlı, gözükara, dinlemeyen, kavgacı, şirin, kendini her şeyi biliyor
sanan, dalavereci, acımasız, sessiz, itaatkar, kararlı, çalışkan, alttan alan,
dürüst, soğuk, donuk, insaflı) yeni olmadığını düşünüyorum. Değişik çağlarda
bazıları öne çıkıp makbul olurken diğerleri demode görülen bu özelliklerin bir
kısmını cinsiyete, bir kısmını yaş olarak genç kuşağın neresinde olduğuna
(başı, sonu gibi), bir kısmını ise sosyal statüye (ve onunla gelen akademik
eğitim, aile terbiyesi vb) bağlayabiliriz. ‘Şimdiki gençler’ diye başlayan bir
paragrafta sanki başkasının yetiştirdiği birisinden söz edercesine çocuklarımızı
yerin dibine batırır ya da her şeyini biz ellerimizle belirlemişiz gibi yere
göğe sığdıramayız.
Ben de (bu
satırların bir çok okuru gibi) bir zamanlar ‘şimdiki genç’tim. Babamın bana o
sırada söylediklerini 35 yıl sonra kendi çocuklarıma söylerken kendimi
yakaladığımda, içimin yeterince rahat etmemesi kendi şu anki durumumdan
memnuniyetsizlikten kaynaklanmıyor. Zamanın değiştiğine olan inancım, babamın
geleceğimle ilgili kaygılarının bir bölümünün boşa çıktığı gibi çocuklarım için
duyduğum kaygıların da boşa çıkacağına inanmamı engelliyor.
Zaman (sahiden) değişti mi? Bu sorunun iş hayatındaki yansımalarından
birisi ‘şimdiki gençler’ ise, dinlediğim ya da katıldığım her panelde ve
seminerde ‘kuşak farkı’ başlığıyla ele alınması sonucunda, (gençlerle
yaşlıların biribirinden değil) bu zamanın genç ve yaşlı kuşaklarının eski
zamanın genç ve yaşlı kuşaklarından farklı olduğunu düşündüren bir ‘markalama’
stratejisi ile (değişmezliği döneme ve dönemin koşullarına sınırlayan)
karşılaşıyoruz.
Oysa, ister Deli
Dumrul gibi kendi kültürümüzün destanlarına, ister Kral Lear gibi ‘batı’
kaynaklı destanlara bakalım, hepsinde gördüğümüz ‘hiç değişmeyenler’e odaklanmak
durumu anlamak için daha verimli olabilir.
Değişmezler neler? Arzular, ihtiyaçlar. Değişenler ne? Bu
arzuların gerçekleştirilme, bu ihtiyaçların karşılanma biçimi. Şimdiki gençlerle şimdiki anne-babalar, şimdiki müdürler ve patronlar
arzu ve ihtiyaçların doğru saptamasını yapabilir, bu ihtiyaçların nasıl
karşılanacağı üzerinden çıkan tartışmada ihtiyaçların karşılanmaması riski
sebebiyle doğan gerilimleri kontrol edebilirler.
Yerim bitti. Konu
ilginizi çektiyse, haber verin. Kalan yerden devam edeyim.