Hayata karşı ödenmesi gereken bir borç gibi…
Anna Karenina romanının ilk cümlesi, mutluluğun
banal yanını tasvir eder. ‘’Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her
mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.’’ Mutsuzluğun
mutluluğun doğal tamamlayıcısı olduğunu düşünebiliriz. Kalbin kasılıp
gevşemesindeki ritm gibi mutlu ve mutsuz anlar arasındaki gitgeller hayatın
dinamosu sayılabilir. Mutsuzluk, aşılması gereken bir engel olduğunda,
kaynaklarımızı daha fazla seferber ederiz. Mutluluğun getirdiği rehaveti
bozacak bir olay nasıl olsa olur, bizi kendimize getirir. Mutlu olmanın bir tür
rahat etme olduğunu düşünürsek, insanın temel davranışlarının bir kısmının bu
rahatı bozarak yeni arayışlara girmeyi kapsadığını görebiliriz. Kendi aramızda rahat batması diyebileceğimiz bu
‘sendrom’ çoğumuzu harekete geçiren, ilerleten bir tür reflekstir.
Sıradan
mutluluk. Tolstoy’un mutsuzluğu duygu hiyerarşisinde
adeta mutluluğun üstüne çıkardığı bu cümlesinde gizli olan mutluluğun
doğallığıdır. Mutluluk bir norm olduğu için çokça ve sıradan sayılır. Mutsuzluk
ise bir dengenin bozulması ve her bireyde kendi rengini alması olarak
görülebilir.
Para
ve saadete dönersek, ‘parayı ver, saadet kalsın’ çağında
olduğumuzu gösteren anket sonuçlarına saygı duruşu yapıp, bir kenara
gömebiliriz. Nasıl mutlu olacaksın sorusunu bir kenara atıp, en son ne zaman
nerede mutlu hissettin sorusuna 30 saniye içinde cevap bulmakta
zorlanıyorsanız, bir 30 saniye daha bu sefer kendinizi zorlayarak
düşünmelisiniz.
Cep telefonları kullanılarak yapılan bir
araştırmada (Killinsworth ve ark) ‘şu anda ne yapıyorsunuz?’ ve ‘ne kadar
mutlusunuz’ diye soruluyor. Mutluyum diyenlerin çoğu o anda ne yapıyorlar? Bir
faaliyete odaklanmış, onu yapmakla, elleriyle emek vermekle ya da bir başka
insanla konuşmakla meşguller. Pasif olduklarında (televizyon seyretmek gibi),
odakları savruk ve dağınık olduğunda ise mutlu hissetmediklerini söylüyorlar. Şu
anda ne yapıyorum? Ne kadar mutluyum? Bu iki soruyu gün boyu, 10-15 kere
kendinize sorduğunuzda ne göreceksiniz, merak ederim.
No comments:
Post a Comment