Thursday, September 23, 2010

iki elim cebimde


tanpınar'ı ilk kez okuduğum yıllar 40'ımı döndüğüm zamana denk düşer. bu bir tesadüf olmasa gerek. saatleri ayarlama enstitüsü'nün dergah yayınlarından çıkan baskısını belki 1980lerin sonunda almıştım. kitap benimle oradan oraya gezdi, amerika'ya gitti, geri geldi, istanbulda birkaç ev gezdi. sonunda önce huzur'u okudum, hemen ardından enstitü'ye geçtim. her iki kitaptan da etkilendim, hoşuma giden sayısız cümle, kitabın kenarlarına çok sayıda çizgi ortaya çıktı.
bu alıntıyı www.yankiyazgan.com'u 2002'de başlattığımda websitesinin süsü olarak kullanmaya başladım. yakın buldum, ama bir çok bakımdan hislerime tercüman olduğunu düşünmedim.

1 comment:

aslı said...

An"i yasayamamakla ilgili dusunurken once Cuneyt Ulseverin yazisi sonra da sizin Ahmet Hamdiden alintilarinizi okudum.

ben de kendimi an"a teslim edemeyenlerden oldum,kendnine seyirci olan, hirpalayan halet-i ruhiyeden en iyi nasil kurtulabiliriz, Yoksa yakamiza yapismis bu halimizle mi yasamimiza devam etmek zorundayiz?
heseye ragmen an"dan kopmadan yasayabilmek neyle mumkun oluyor cok merak ediyorum iyi bir is kariyer mi,daha cok para mi, evlilik mi, cocuk mu? Ailelerimizin endiselerinin ustumuzdeki etkisini nasil azaltiriz? Bununla ilgili dusuncenizi cok merak ediyorum.O guzel yaziyi da ekliyorum.

AN"I YASAMAK YA DA YASAMAMAK
“An”ı yaşamamak!

“Şimdi”yi ıskalamak!

İlkokul mezunu ama zeka seviyesi çok yüksek, eşini evinin direği görmüş ama onunla bütün olmayı yakalayamamış, dolayısı ile biricik yavrusu, tek erkek evladını “çocuğu” olmanın çok ötesinde, bilinç dışının bir yerlerinde “erkeği” olarak da görmüş; isteri krizleri ile yuğrulan bir annenin eseri olarak benim de “nörotik” bir karakter yapısını aşmam mümkün olmadı.

Buna; Balkan Savaşı?nda 6 aylık iken yitirdiği babasının ardında, kendisini hiçbir geliri olmayan ve dahi hayatını ona adayan bir annenin eline teslim etmekten başka çaresi olmayan babamın beni şekillendirme katsayısı eklenince hayatı hep korku, hep endişe, hep beklenti ile yaşayan bir insan olarak da çıktım ortaya.
Nörotik ve endişe dolu!
Nörotik ve hep endişe dolu insanlar ne yaparlar?
Herşeyden önce “an”ı yaşamazlar!
Benim şimdi yaptığım gibi ya geçmişe takılır kalır, ya yarının hesabını kurarlar.
Kah “acaba dün şu şöyle olmasaydı daha mı iyi olurdu?” diye sorarlar.
Kah, “acaba yarın ne olacak?”, diye endişelenirler.
Dünü yaşar, yarını yaşar ama bir türlü bugünü yaşamazlar.
Bir türlü “bugün pazar, bugün ne davam, ne karım, sadece ben varım” diyemezler.
Hep “an”ın içinde yaşar ama tıpkı deryayı bilmeyen balıklar gibi “an”ı bilmezler.
Dünü ve yarını yaşamaktan bir türlü sıra “şimdi”ye gelmez!
Halbuki, insan “zaman”dan kopabilse, kendini zamansızlığın sihrine kaptırabilse, “an”ın muazzam hafifliği içinde kendisi de kuş gibi olacaktır.
Endişeleri, korkuları, umutsuzluğu içinden silebilse; zamanın dışına çıkmak onu mekanın da dışına çıkaracaktır.
Beklentileri de silebilse, zaten beklenenin hiç gelmediğini veya beklenenin hep yanında olduğunu veya beklenenin beklenmeyenden hiçbir farkı olmadığını öğrenecektir.
Adına “hayat” denen; arka sokağı olmayan son durak veya başlangıca kapı açan ilk durakta beklerken ezilip, büzülmeyecektir.
“Anı yaşamak” hesap ederek idrak etmek yerine “an”a kendini teslim ederek idrak etmek ise ben ikincisinin varlığını fark ettim ama bir türlü yaşayamadım.
Hep ya geç vardım, ya da çok erkenden oradaydım.
Kendimi hiç teslim edemedim, hiç bırakamadım.
Hala da, üç aşağı beş yukarı oradayım.
Hayat “an”ların toplamından, “şimdi”nin sürekliliğinden ibaret.
O halde, “an”ı yaşayamazsanız, hayatı da ıskalamış oluyorsunuz.
Geriye endişe küpü, nörotik bir varlık kalıyor.
Siz de, ha babam, endişe küpü mizacınızı çeşitli zeka oyunları ile sis perdesi arkasına gömmeye çalışıyorsunuz.
Bu sefer de daha beter “an”dan kopuyorsunuz.
Zaman, mekan ve yer çekiminden sıyrılmış “an”ın hep içinde yaşayıp, onun çok az tadına varabilmek ıskaladıklarımın en başında gelir.
Keşke “an” içine gark olup eriyebilseydim!

Yazan: Cüneyt ülsever
Kaynak: hürriyet.com.tr