otizm için önerilen bir ilaç hakkında soru soran sn derya hnm; bu notu okursanız, info@yankiyazgan.com adresine size cevap gönderebileceğim bir eposta adres lütfen bildirir misiniz?
bu tip sorular için info@yankiyazgan.com adresine yazmak en uygunu.
Saturday, June 28, 2008
Thursday, June 26, 2008
okur notlarını okumak zor ama zevkli
sevgili blog okurları, yorumlarınızı daha görünür kılmayı ben ve konuyla ilgilenen çalışma arkadaşlarım çözemediler. elektroni,k ortam konusunda bir beceriksizlik halimiz olduğu dikkatinizi çekiyordu. websitemin arşivi bir acayip, psikiyatri yazıları bölümünde alakasız çizgiler var. bunu eleştirenler, benim gibi "iddialı" bir adama yakışmadığını söyleyen okurlar az değil. paraya mı kıyamıyorum acaba diye düşündüm bir ara, mesele o da değil. istediğim düzenin ne olduğunu bilemedim aslında...
okur notlarını tılamaktan vazgeçmeyin ltfn:)
okur notlarını tılamaktan vazgeçmeyin ltfn:)
başarı meselesi
Son on gün içinde bilim ve tıp dünyası dışındaki bir dinleyici kitlesine çok değişik ortamlarda seslenme şansım oldu. En son YapıKredi’nin Başarı zirvesinde davetli konuşmacılardan birisiydim. Galiba, sıkıcı bir konuşmacıyım diye düşündüm. Sıkıcı demesek de, yeterince eğlendirici olmayan demek uygun düşebilir. Bilimsel bilgiye sadık kalma gayretim, saçma bulduğum pop psikolojisi mottolarını (örnek: sevelim sevilelim; isteyen başarabilir, pozitif düşün beyninin % 100’ünü kullan) kullanmaktan uzak durmam, hatta kendimi tutamayıp bu tür düşünce ekollerine saldırmam.. hepsi, “cynical” diye özetlenebilecek bir üslup doğuruyor. İşin kötüsü, bu geçici bir durum da değil, ben böyleyim. Karikatürlerime bakan bunu teşhis edebilir. Fakat işin bir de iyisi var, işin kötüsü olduğu gibi... Bir çok insan da zaten bu cynicism’i sevdiği için okuyor ve dinliyor. Herkesin seveceği bir üslubu tutturabilme sevdasının oradan buradan zihnime musallat olduğu anlarda, halimden yaptıklarımdan memnuniyetsiz olmaktan vazgeçmeliyim. Sahici okur ve dinleyicilere haksızlık oluyor.
bu konuda günlük gazete için yazdığım yazının linkini de ekleyeyim: http://www.yankiyazgan.com/admin/anmviewer.asp?a=446&z=22
bu konuda günlük gazete için yazdığım yazının linkini de ekleyeyim: http://www.yankiyazgan.com/admin/anmviewer.asp?a=446&z=22
Tuesday, June 17, 2008
okullar okullar
Okul konferanslarında, gittiğim okulun öğretmen ve yöneticileri, çocukların anne ve babaları, tek tük meraklı ya da yolunu şaşırıp gelmiş çocuk.... her zaman şaşmaz ve mükemmel bir harman oluşturur. Teorik konuşmalarımız hızla pratik zeminini bulur; içtenlikle söylenen görüşler, arada kendi istediği biçimde istediği fikri ifade etmediğim için bana kızgın birkaç yorum ile renklenerek devam eder.
İzmir’de Ekin Koleji ve Amerikan Kız Lisesi’nin ev sahipliğinde, Fethiye’de İstanbul’dan Fethiye’ye göçen Zeynep Kocasinan’ın Neşe hnm liderliğindeki (soyadını hatırlayamadığım için mahcubum) rehberlik araştırma merkezi ile işbirliği yapmasıyla son birbuçuk ayda 3 ayrı okul ruh sağlığı konuşması yaptım.
Bir de, BÜMED’deki “çocuğumuzu hangi okula verelim” teması ile (sorusu ile değil, çünkü bu soruya bir cevap olmadığı gibi, var ise de verecek adam ben değilim) olan konuşma vardı.
konuşmaların webe yüklenebilir olanlarını websitemin konHepsinde de, tam isabet sorulara kulak verip, çocuklarımıza ilişkin kaygılarımız ve bu kaygıyı körükleyen sistem sorunlarını irdeledik. İzmir Amerikan’daki konuşmanın özelliği de okulun 1970lerin ortasına kadar benim bisiklet sürme ve oyun alanımın bir parçası olması, okula ilişkin sayısız hatıranın konuşma anında aklımı kurcalayıp durmasıydı. Evimizden yürüyerek 3, koşarak1 dakika mesafedeki izmir amerikan kampüsü, izmir’in zamana dayanan köşe taşlarından birisinin sağ ve salim olduğunu gösterdi bana. İçim rahatladı. Kalıcı, değişmeyen kurumlara da ihtiyaç var. Yenilerden Ekin koleji ise, tutarlı bir çizgi oluşturma yolunda gözüküyor. Kurucular ve yöneticileri niyetlerini sürdürmek için gereken fikri zemin sağlamlığına sahipler.
ama her zaman bir kural var; okulların ideal olanı, aklımıza ve gönlümüzde olanı yapması mümkün değil. Barbiana kitabını hatırlayanlar, 1970lerin deneysel sosyalist italyan okullarının bile çöküveren ütopyalar olduğunu akla getirirlerse, okullara daha insaflı olacaklar. eğitimin özü ile ilgili olmayan ayrıntılarda boğulmak yerine böylece okulların düzeltebileceği bir çok hata ve giderebileceği bir çok eksik ile uğraşmak mümkün olur.
İzmir’de Ekin Koleji ve Amerikan Kız Lisesi’nin ev sahipliğinde, Fethiye’de İstanbul’dan Fethiye’ye göçen Zeynep Kocasinan’ın Neşe hnm liderliğindeki (soyadını hatırlayamadığım için mahcubum) rehberlik araştırma merkezi ile işbirliği yapmasıyla son birbuçuk ayda 3 ayrı okul ruh sağlığı konuşması yaptım.
Bir de, BÜMED’deki “çocuğumuzu hangi okula verelim” teması ile (sorusu ile değil, çünkü bu soruya bir cevap olmadığı gibi, var ise de verecek adam ben değilim) olan konuşma vardı.
konuşmaların webe yüklenebilir olanlarını websitemin konHepsinde de, tam isabet sorulara kulak verip, çocuklarımıza ilişkin kaygılarımız ve bu kaygıyı körükleyen sistem sorunlarını irdeledik. İzmir Amerikan’daki konuşmanın özelliği de okulun 1970lerin ortasına kadar benim bisiklet sürme ve oyun alanımın bir parçası olması, okula ilişkin sayısız hatıranın konuşma anında aklımı kurcalayıp durmasıydı. Evimizden yürüyerek 3, koşarak1 dakika mesafedeki izmir amerikan kampüsü, izmir’in zamana dayanan köşe taşlarından birisinin sağ ve salim olduğunu gösterdi bana. İçim rahatladı. Kalıcı, değişmeyen kurumlara da ihtiyaç var. Yenilerden Ekin koleji ise, tutarlı bir çizgi oluşturma yolunda gözüküyor. Kurucular ve yöneticileri niyetlerini sürdürmek için gereken fikri zemin sağlamlığına sahipler.
ama her zaman bir kural var; okulların ideal olanı, aklımıza ve gönlümüzde olanı yapması mümkün değil. Barbiana kitabını hatırlayanlar, 1970lerin deneysel sosyalist italyan okullarının bile çöküveren ütopyalar olduğunu akla getirirlerse, okullara daha insaflı olacaklar. eğitimin özü ile ilgili olmayan ayrıntılarda boğulmak yerine böylece okulların düzeltebileceği bir çok hata ve giderebileceği bir çok eksik ile uğraşmak mümkün olur.
Konuşmacılık notları
Kayseri havaalanında bir konferanstan dönüş yolunda oturdum kendi kendime, günü kendim için özetliyorum. Kahve satılan bölümdeyim. İzmir uçağı yolcularından bir Ayşegül hanım, iki elinde dünyagüzeli ikiz kızları ile “rahatsız edebilir miyim?” diye yaklaştı. Çocuklarını büyütürken, kitaplarımı okuduğundan söz ederek, gönlümü okşadı. Başka bir “rahatsızlık” vermeden uzaklaştığında, sabah beri düşündüğüm ama söze dökülebilir düşünce haline gelememiş bir “şey” kafamda netleşiverdi. Yazdıklarımı beğenerek (ya da bazen beğenmeyerek) okuyanlar, konuşmalarımda dinleyici olanlar ile ne çok ortak yanım var? Zaman içinde mi benzeşiyoruz, yoksa benzeştiğimiz için mi yazdıklarım, söylediklerim onları buluyor? Gündelik hayata, başka insanlara yaklaşımlarına bakınca, başkasını rahatsız etmekten çekinen, sırasını bekleyen, haksızlık etmek istemeyen... bu bence olumlu, bir çoğunca zamana aykırı özellikleri kendime yakıştırarak kibirlendiğime hükmetmeyin lütfen; sadece değer verdiğim, kendimde olmasını istediğim özellikler olarak sıralayıp tanımlıyorum. Bu yazı için önemli olan kısım, benzeştiğim insanlar olduğunu hissetmenin verdiği mutluluk. Yalnız olmadığım duygusunu sevdiğime kanaat getiriyorum. Aynı hissi, birkaç saat önceki konuşmadan sonra elinde yanında getirdiği kitabımı bana imzalatmak isteyen bir başka dinleyici ile konuştuğumda da hissetmiştim. Yazıp çizmenin ödülü, hayatta yüzü aynı yöne dönük insanlarla omuz omuza olmak mı yoksa?
Bu bazen de, bir ödül olmaktan çıkabilir. beklentilere uymaya çalışmak, sevenlerin yüzünü kara çıkartmamak gibi “performans baskısı” unsurları, cesur olmaya, doğru bildiğini yapmaktan ziyade onaylanacak, sevilecek biçimde davranmaya (daha önemlisi o biçimde yazıp çizmeye) yol açabilir. Bu bir tür tutarlılık gibi gözükse de, aynı zamanda ciddi bir muhafazakârlaşmayı da getirebilir. Bildiğimi okuyarak ve yazarak kurulan bu sıcak temasın ne yöne gideceğini kontrol etmek de benim işim aslında; tutucu ve kendini sevdirici eğilime kapılıp gitmemek de... Duygudaş ve fikirdaş hissettiğim insanların da farklı bir beklentisi olmayacaktır diye umarım. Bugünkü diğer blog-notum da aynı konuda...
Neyse, şimdi güvenlik noktasına yürümeli, ondan önce “genel bilgi toplama” masasındaki polis noktasında kayıt olmalıyım. Neredeyim, ne yaptım, hangi uçağa bindim ? Meraklı bir devlet. Tabii ki, bizi korumak ve kollamak için.
Bu bazen de, bir ödül olmaktan çıkabilir. beklentilere uymaya çalışmak, sevenlerin yüzünü kara çıkartmamak gibi “performans baskısı” unsurları, cesur olmaya, doğru bildiğini yapmaktan ziyade onaylanacak, sevilecek biçimde davranmaya (daha önemlisi o biçimde yazıp çizmeye) yol açabilir. Bu bir tür tutarlılık gibi gözükse de, aynı zamanda ciddi bir muhafazakârlaşmayı da getirebilir. Bildiğimi okuyarak ve yazarak kurulan bu sıcak temasın ne yöne gideceğini kontrol etmek de benim işim aslında; tutucu ve kendini sevdirici eğilime kapılıp gitmemek de... Duygudaş ve fikirdaş hissettiğim insanların da farklı bir beklentisi olmayacaktır diye umarım. Bugünkü diğer blog-notum da aynı konuda...
Neyse, şimdi güvenlik noktasına yürümeli, ondan önce “genel bilgi toplama” masasındaki polis noktasında kayıt olmalıyım. Neredeyim, ne yaptım, hangi uçağa bindim ? Meraklı bir devlet. Tabii ki, bizi korumak ve kollamak için.
Tuesday, June 10, 2008
durum özeti
konferans trafiği, bilimsel toplantılar vs. vs. aslında blogokurları boş durmayıp, yazmaya devam ettiğimi website'mden, BirGün'den, Akşam'dan izliyor olmalısınız. tv program kayıtlarını, konferans notlarını ya da ppt sunumlarını website'mden izleyebilirsiniz.
bazı pazar günleri akşam'ın ilavesinde serdar turgut ile sohbetlerin bantkayıtlarını okuyabilirsiniz. "entelektüel geyik" olrk tanımlanabilecek içerikteki bu sohbetleri düzenli yapamasak da, ne kadar ciddiye alacağınızı ayarlayabilirseniz, hoşunuza gidebilir.
bazı pazar günleri akşam'ın ilavesinde serdar turgut ile sohbetlerin bantkayıtlarını okuyabilirsiniz. "entelektüel geyik" olrk tanımlanabilecek içerikteki bu sohbetleri düzenli yapamasak da, ne kadar ciddiye alacağınızı ayarlayabilirseniz, hoşunuza gidebilir.
Subscribe to:
Posts (Atom)