Tuesday, September 17, 2013

tarih her ailenin hayatındadır: 1930 Aydın'da dedem, Adnan Menderes, Fethi Okyar


Derin Tarih dergisi yönetmeni Sn Mustafa Armağan bir arşivde bulduğu bir fotoğrafın arkasında Dr Nafiz (Yazgan) adını görür. Bana dedeme ilişkin hatırladıklarımı sorar. Bu sorusu üzerine hazırladığım nottur. Kendisine benim için değerli bu belgeyi paylaştığı için bir kez daha teşekkür ederim.

Dedem Ahmet Nafiz Yazgan Safranbolu’da 1885’de doğmuş (1930 yılındaki resimde sağdan 8inci, siyah saçlı, bıyıklı; sağdan4üncü Fethi Okyar, 6ncı Adnan Menderes)
Annesi Emine hanım erken yaşta ölmüş. Babası Mehmet Şevki Efendi hattatlık yaparak hayatını kazanan bir kişiymiş. Mehmet Efendi'nin hattalık hayatı İstanbul Sahaflar çarşısı ile Safranbolu arasında geçmiş; 1920lerde (?) İstanbul’a taşınıp, bir yandan kendisine geçim desteği amaçlı verildiğini tahmin ettiğimiz Soğanağa Camii imamlığını sürdürürken, Beyazıttaki küçük dükkanında zanaatını uygulamış. Hattatlar ansiklopedisine göre ‘vasat’ bir hattatlık kariyeri olmuş. Elimizde kalan onun ürünü el yazması Kuran-ı Kerim aile tarafından Süleymaniye kitaplığına armağan edilmiş.

Nafiz, Kastamonu Lisesini ve İstanbul Tıbbiyesini (1907) bitirdikten sonra Safranbolu’ndan Ayenlerin kızı Ayşe ile evlenmiş. Ailenin bu kolu halen Safranbolu’da yaşıyor ve gazoz üreticiliği yapmakta (‘Meşhur Bağlar gazozu’).

Nafiz doktor olarak Rumeli’nde Selanik civarında değişik yerlerde ve en son Vardar Yenicesi’nde çalışmış. Iki kızı (Saime, Sabiha) orada, iki oğlu (Seyfeddin, Şecaeddin) bir sonraki görev yeri olan Karacabey’de (1912-1922 arasında çalışmış), babam Gültekin ise Aydın’da (1925-1966 emeklilik) doğmuş.


Selanik bölgesinde çalıştığı dönemde İttihat ve Terakki Fırkası (İTF) ile ilişkisi olduğu (o dönemdeki bir çok doktor gibi) anlaşılıyor (kaynak: aile içi konuşmalar). Ancak hiç bir zaman siyasete meraklı olmamış. Bu kısmen fazla rasyonellik ile, kısmen de ürkeklik ile açıklanabilir (ailenin davranış özelliklerine bakarak). Somut olaylara dönersem, siyasi iki nokta var. Aydın’dan önce Karacabey’de doktorluk yaparken, Karacabey müftüsü Mustafa Fehmi bey (Gerçeker) ile arkadaşlık yapıyor. 1919’da Sivas-Erzurum sürecine temsilci yollanması isteği ulaşınca, şehirde dedemin ismi geçiyor. Dedem Mustafa Fehmi bey’in gitmesinin daha uygun olacağını belirtip, kenara çekiliyor. Mustafa Fehmi bey, Cumhuriyet’İn ilk ve son Evkaf ve Şeriye bakanlığı görevine kadar devam eden bir kişi, ve dostluklarının yıllar içinde devamı sonucu 1942’de Nafiz bey’in dünürü oluyor (Dr Seyfeddin ile Seniha evleniyor).

Yunan ordusunun işgal ettiği Karacabey’de savaş bitene kadar çalışıp sonrasında tayin edildiği Niğde’deki iki yılın ardından 1925’te Aydın’a vardığında Sağlık Müdürü görevinde. Pratisyen hekimlik üzerine dahili bazı çalışmalar yapmış olmakla ve iyi bir doktor olarak tanınmakla beraber ‘mütehassıs hekim’ ünvanını alamamış (Bunu da genel cerrah olan Seyfi amcamdan duydum).
Aydın’daki 4 doktordan birisiyken, Adnan bey ile şehrin öndegelenlerinin birer parçası olarak ahbaplık ettiklerini (dedemin ‘Adnan bey şöyle yaptı böyle dedi’ diye anlatılarından) biliyorum. Adnan bey 1930 civarında dedemi SCF’ye davet etmiş. Dedem de (büyük olasılıkla dostluğun da etkisiyle) bu süreçte yer almaya karar vermiş. Bazı yolculuklara katılmış. Ancak süreç hızla tersine dönünce, işin sonunda kendisini devlet görevini kaybetmiş olarak bulmuş. Sağlık müdürlüğü görevini ‘bırakması’ partiye katılımı öncesinde mi, yoksa partiye katıldığı için mi, bunu şu anda kestiremiyorum.
Ancak, SCF olayı sonrasında dedem kendini muayenehanede çalışan, hiç bir devlet görevi olmayan, bir anlamda başının çaresine bakmak zorunda kalmış bir hekim olarak bulmuş. Bunu ‘hayırlı’ bir olay olarak anlatır; onun daha hali vakti yerinde bir hayat sürmesine imkan vermiş bir değişiklik olarak görür.
İlginç olan dedemin 1945 sonrasında Adnan bey onu DP’ye davet ettiğinde bu sefer, ‘yok, siz yapın, ben böyle devam edeyim’ demesidir. Belki de, Adnan bey'in Serbest Fırka olayından sonra CHF'deki yetkili pozisyonuna rahatça dönebilmesi ve dedemin işini kaybettiğiyle kalması bir burukluk yaratmıştı.
Ama evde bir siyasi yorum yaptığını hatta herhangi bir lider hakkında pek olumsuz konuştuğunu pek hatırlamıyorum. Hiç bir şeye muhalif gözükmemiş, dini veya siyasi hiç bir telkini olmamıştır. 
Diğer yandan, 1950 seçimlerinin sonuçları ortaya çıktığında  ‘kapının önünde davul çaldırttılar’ sözüyle DP’ye katılmayışının bir pasif karşı duruş olarak yorumlandığını bana anlatan dedem, benim bildiğim dönemde (1965 ve sonrası) CHP seçmeni (İnönü sonrası da dahil) olmuştur. Ölümünden 4 yıl kadar önceki CHP başkanlık seçimlerinde İnönü'ye karşı Ecevit'i tuttuğunu, buna da hayret ettiğimi hatırlıyorum. 
Ortalama bir ülkemiz insanından daha fazla bir biçimde düşüncelerinin ve inançlarının (din dahil)  dışavuran herhangi bir işaretini görmedim.
‘Mutedil’ deyimine uygun bir adamdı. Dürüstlük ve doğruculuk en önemli özelliği sayılabilir. Bu konuda biraz aşırıya kaçtığı üzerine de aile içinde konuşulmuştur.
Hastalarının sevdiği (80 yaşında İzmir’e geldiğinde apartman kapısına gelen Aydın’ın köylülerini hatırlıyorum) bir doktordu. Karacabey’deyken onun hastası olmuş bir genç kızken bana 1980lerde torununu getirmiş bir yaşlı teyzenin ondan ‘Dr Ahmet (Nafiz) bey’ diye bahsettiğini, bende de ondaki ‘el’in olduğunu (iltifat olarak) söylediğini hatırlıyorum. Karacabey’deki yıllardan çok sonra bunun hatırlanması sanırım Gerçeker ailesi dünürlük ile de ilişkili.
Dedemin Adnan bey’in yanısıra bir yakını olan Ethem Menderes ile daha içli dışlı bir ilişkisi olduğunu (babamın bazı kişilerle tanışmasını sağlamış) babamın anılarından anlıyorum. Babamın 1950lerin başında (o zamanki TBMM başkanı) Refik Koraltan ile tanışmasını (körler için bazı faaliyetler yürütmek üzere, onun ve eşinin desteğiyle AltıNokta derneğini kurmak gibi), sonraki yıllarda Koraltan’ın kızı Ayhan hanım ile ortak avukatlık yapmasını da bu ilişkiler zinciri içinde okuyorum.
Ancak daha fazla nasıl anlamlandıracağımı bilemiyorum.
Hayatta kalan kimse, elde yeni bir yazılı bilgi yok.
Dedem Nafiz Yazgan 1976’da, onun en küçük oğlu ve babam Gültekin 2012’de aramızdan ayrıldılar.


Yankı Yazgan
23.4.2013


 dedem muayenehanesinde (1930?)

No comments: