Geçim
derdi zekanın kullanımını bozuyor
1983 yılında
zorunlu hizmet için gittiğim kasabada sağlık ocağı doktoru olarak mesleğe
başladığımda yaptığım doğum, otopsi, sünnet gibi sayısız iş arasında koruyucu
sağlık amaçlı ev ziyaretlerinin anlamını bir türlü çözemezdim. Ben, sağlık
memuru, ebe hemşire, elimizde her hane için çıkarttığımız kartlar, sokak sokak,
köy köy gezip, kimin aşısının zamanı gelmiş, kimin gebeliğinin 3üncü ayı
tamamlanmış, hangi bebek yürümüş, hangisi konuşmuş, bakar, inceler, ihtiyacı
karşılardık. Kentsoylu aklımla, içimden bu insanların neden kendilerinin akıl
edip de bu ihtiyaçlarını takip etmediklerini, sorumluluklarını ihmal
ettiklerini düşünürdüm. Cehalet, kötü beslenme gibi klasik etkenlerden başkası
aklıma gelmezdi, ama yine de pekala kafası işleyen insanların kendi hayatlarındaki
önemli ve gerekli şeyleri bu kadar az takip etmelerine akıl erdiremezdim.
Yoksulluk ile geçim derdi arasındaki farkı düşünmemiştim. Hatta bazen
yoksulların yoksulluğuna da neredeyse inanmayanlara katılacak gibi hissederdim.
Ne de olsa fıstık zamanı olunca ceplerine paraları doldurup şehirde
harcayabiliyorlardı, demek ki, aşılara, gebelik takibine, bebeklerinin
sağlığına önem vermiyorlardı. Yoksul halkın yanıldığını, yanlış düşündüğünü,
yanlış davrandığını düşünen ne ilk, ne de son ‘halkçı’ydım.
Yoksulların
hayatlarına sahip olamaması, modern anlamdaki sorumlulukları takip etmemeleri
bir aklın yetmemesi ya da zeka problemi midir ? Geçim derdi içindeki yoksul
insanların zekasını ölçsek, ne buluruz ? Yoksulların zeka ölçümlerinde genellikle
daha düşük çıkmasını daha az öğrenim görmüş olmalarına ya da kötü
beslenmelerine bağlayanlar bilim dünyasında çok.
Yoksullar sadece testlerde düşük performans
göstermiyorlar; hayatlarına şöyle yukarıdan baktığınızda, gündelik hayatta
hatırlamaları gereken şeyleri unutuyor, hayatlarını toparlamakta zorlanıyor,
çocuklarına karşı doğru davranışları defalarca öğretseniz de uygulayamıyorlar.
Kendi yararlarına olanı göremedikleri, kısa vadeli çıkarlarının peşinde
kendilerinden yana olmayanlara destek verdikleri için dudak büktüğümüz
yoksulların bu zaaflarını zekalarının gelişmesini engelleyen şartlara bağlamak gündelik
sohbet sınırlarındaki en popüler açıklamalardan. Ancak bu bakışın geçerli olup
olmadığı bir yana, getirdiği ‘değişmezlik’, ‘böyle gelmiş böyle gider’lik, ‘adam
olmazlık’ ne kadar doğru ?
ABD’de siyah
Amerikalıların zaten doğuştan ‘zihinsel özürlü’ olduğunu düşünen (ve
testlerdeki performansını buna kanıt gösteren) egemen görüş, biraz ‘sol’ bir
savrulma ile yoksulların da geri dönüşü olmaz biçimde ortalamanın altına
düştüğünü bu saptamaya ekler. Ancak, buradan bir görev çıkartmaktansa, pek
yapacak bir şey olmadığını, belki daha çok eğitim almaları gerektiğini, ama
alınan eğitimin de pek bir işe yaramadığını söyleyen bir kanaatler dizisi
içinde konuyu ‘kaybeder’.
ABD’nin liberal
(Amerika’nın orta-sol kanadı, ama dinsel muhafazakarlar açısından komünist gibi
‘bir şey’) düşünürlerinden Cass Sunstein’ın blogundaki bir yazısında aktardığı
araştırma yoksullar ve zeka ilişkisine bakışımızı değiştirebilir.
Araştırmanın birkaç
deneysel aşaması var. İlk deneyde önce iki ‘finansal’ problem iki ayrı gruba
soruluyor, finansal problemlerin maliyetleri farklı ; biri 500 öteki 1500
dolarlık. Ikinci aşamada bir zeka testi uygulanıyor. Yoksul ve zenginler eğer test
öncesinde 500 dolarlık (küçük) bir problemi çözdülerse, testlerde fark yok.
Ancak kayıp riski daha yüksek olan 1500 dolarlık (büyük) problemi çözen kişi
eğer bir yoksul ise, zeka testindeki skorları çok daha düşük. Üstelik, zengin
ve yoksulların matematik becerileri arasında da ayrı bir ölçümde görüyoruz ki
hiç bir fark yok. Araştırmacıların vardığı sonuç : Daha yüksek finansal
kayıp riski almak yoksulların zeka testi performansını bozuyor. Bu sadece bir deney,
belki gerçek hayata uymaz, diyebiliriz. Mullainathan ve Shafir’in Hindistan’da
yaptıkları deneyin bir sonraki aşaması kuşkuculara yanıt arıyor.
Ürünlerin
toplanmasından önceki dönem çiftçiler için maddi sıkıntıların en yoğun olduğu
dönem. Harmandan sonra ise bir süreliğine ferahlama oluyor. Hindistan’da
yapılan çalışmada iki ayrı zaman diliminde uygulanan zeka testlerinde yoksul
çiftçilerin harmandan önceki performansları düşük, sonrası ise daha yüksek
ölçülüyor. Arada yaklaşık 13 puanlık bir fark var. Aklı geçim derdinde olan
çiftçilerin aklı, zeka testinde ölçüldüğü şekliyle, adeta duruyor. Geçim derdi
bir süreliğine olsun kalktığında aynı yoksulların zekaları ‘yükseliyor’.
Yoksulluk
koşullarında hayatta kalma mücadelesi verenler, kapasitelerini zihinsel
işlevlerine tam yansıtamıyorlar. Bu sadece bir zeka testi sonuçları ile sınırlı
kalmayan bir etki. Hayatın çapraşık ayrıntılarıyla başa çıkmak için gereken
zihinsel kıvraklık yoksullukla başa çıkma mücadelesinin talepleriyle
sınırlanınca, sorumluluklar, para ve kredi kartı kullanımı, çocukların ve
kendilerinin sağlığına göstermeleri gereken özen, hepsi en kötüsünden
gerçekleşiyor.
Yoksul kesimlerin
kendi hayatlarına dönük sorumluluklarını yerine getirmeleri için yardımcı
olunması yoksulluklarını azaltmaktan daha hızlı gerçekleştirilebilecek bir
yöntem. Sunstein’ın yazısındaki önerileri kamu kaynaklarından yararlanabilmek
için doldurulması gereken formları doldurmak için yardım etmeyi bile içeriyor.
Türkiye’de sosyal
sağlık hizmetlerinin öncelikli olduğu dönemde sağlık ocaklarından yaptığımız ev
takiplerinde kendilerinin o gaile arasında aşılarını sağlık kontrollarını
hatırlayıp gelmesini beklemek yerine tek tek ailelerin ayağına gidip hizmeti
veriyorduk. Aklını tam kullanmasını yoksulluğun, geçim sıkıntısının engellediği
insanlara bir toplumsal kaynağı sunarken, oturup beklemek yerine kaynağın
kullanımını sağlamak için destek olmanın önemini o sırada hissettiysem de, bu
yazı için kaynakları okurken, ‘ancak tam kavradım’ desem yalan olmaz. Belki de ev ziyareti yaptığımız dönemler
fıstık zamanının hemen sonrasına, maddi darlığın kısmen azaldığı döneme denk
geldiğinde, geçim baskısı azalmış yoksul köylüler akıllarını hayatlarına daha
egemen kılıyorlardı. O gözle bakmayı akıl edememişim.