Hapşırıkla gelen yakınlık
Yakınlık zor ölçülen bir duygu olabilir. Çok sayıda insanla
karşılaştığımız toplantılar, davetler ya da seminerleri, yakınlık ile
tanıdıklık arasındaki farkları hissettiren fırsatlar olarak görebiliriz. Benim
gibi genç-yaşlı, işçi-patron, solcu-sağcı, dindar-laik, yandaş-muhalif mevcut
toplumsal eksenlere pek bakmadan her öğrenmeye açık ve hevesli grup insan
önünde çıkıp beyin gelişimi, duygular, düşünceler diye konuşmaya hevesli birisi
olursanız, neredeyse haftada bir bu konuyu düşünmeniz gerekir. Salondakilere
nasıl hitap etmeliyim, sen arkadaki gözlüklü diye mi başlamalıyım, yoksa siz
arka sırada oturan gözlüklü bey diye mi? Sen
ve siz hitaplarının yakınlığın
derecesini bildiren anlam derinliğini her yaştan insanın ne kadar kolay
kavradığını, bir çoğumuzun bu ayırımı öğretilmeden adeta öğrenerek doğmuş
olduğunu aklımdan geçirip, bu sayfada gördüğünüz karikatürü dinleyicilerle
paylaşırım.
Kitaplarımda yer verdiğim yazılarımda da üstünde durduğum sen/siz
karikatüründeki mesele, kiminle yakın olacağımıza nasıl karar verdiğimizle
başlar, bu kararı karşımızdakine nasıl yansıtacağımızla devam eder. Yakınlık,
yakın olduklarımız hakkında dertlenmeyi de içerir. Konuşmanın birinci dakikası
bittiğinde aynı mekanı bir süreliğine paylaşacağımız kesinleşmiş dinleyicilerle
yakınlık oluşmuş olduğuna göre, onların söylediklerimi doğru anladıklarından,
farklı bir fikirleri var ise benim uzman havamla terörize olup görüşlerini
kendilerine saklamadıklarından ve bunun acısını yaşamadıklarından (ve bana
hınçlanmadıklarından) emin olmam gerekir. Ne de olsa, beyinlerini bana emanet
etmişlerdir bir süre, ve ona iyi bakmalıyımdır. Bu garip düşünce zincirinin
hızla seyri içinde salonda bir kişi hapşurur (yoksa hapşırır mı yazmalıyım?).
Yakın olduğumuz bir kişinin ömrünü uzatmak için bir fırsat gibi gördüğümüz
hapşurma anlarından birisinde miyim, yoksa üstüme vazife değil mi? ‘Çok yaşa’
demeli miyim? Bu soruyu geçen hafta konuk olduğum Marmara Üniversitesi
Psikolojik Danışmanlık bölümünün Psikoloji ve Gelişim Kulübünün toplantısına
katılan değişik bölümlerden öğrencilere sordum. ‘Bu salondakilerden birisi ise
hapşuran, evet’ dediler. Artık o gençlerle yakın olduğumuzu anladım. Ama
konuşma yakınlıkları, tatildeki yol arkadaşlıklarına benzer; o an, yakınsınızdır.
Yakın ilişkilerden farkı ise, ‘gerçek’ hayatımıza bu yakınlığın yansımamasıdır.
Gençlerle konuşma sonrası devam eden sohbette, ‘Yolda görsem sizi tekrar
tanımayabilirim, kendinizi tanıtın’ dediğimde önce biraz bozuldular. Bizi
unutacak mısınız, ne çabuk, dercesine. Açıklamaya çalıştım: Benim yüz belleğim
berbat, o başka; ama içinde olduğumuz bağlam o kadar sınırlı ki, bunun dışında
sadece bu bağlamı hatırlattığınızda, zihnim şu anı ve sizin kim olduğunuzu
tekrar bana hatırlatacak. Aklımda duran bugünle, burada bulunanlarla ilgili
anı, yakınlığı tekrar canlandıracak. Canlandırılması gereken tüm yakınlıklarda
olduğu gibi ‘hani o gün camlı kantinde kahve içmiştik’ gibi ayrıntılarla her
şey nerede kaldıysak, oradan devam edecek. Yakın olabilmek, insan olmanın en
güzel yanlarından birisi.
1 comment:
Sen ve siz konusu o kadar da dogustan ogrenilen bir konu degil maalesef, en azindan bazi kisiler icin:(
Post a Comment