Monday, December 10, 2012

hapşırıkla gelen yakınlık


Hapşırıkla gelen yakınlık

Yakınlık zor ölçülen bir duygu olabilir. Çok sayıda insanla karşılaştığımız toplantılar, davetler ya da seminerleri, yakınlık ile tanıdıklık arasındaki farkları hissettiren fırsatlar olarak görebiliriz. Benim gibi genç-yaşlı, işçi-patron, solcu-sağcı, dindar-laik, yandaş-muhalif mevcut toplumsal eksenlere pek bakmadan her öğrenmeye açık ve hevesli grup insan önünde çıkıp beyin gelişimi, duygular, düşünceler diye konuşmaya hevesli birisi olursanız, neredeyse haftada bir bu konuyu düşünmeniz gerekir. Salondakilere nasıl hitap etmeliyim, sen arkadaki gözlüklü diye mi başlamalıyım, yoksa siz arka sırada oturan gözlüklü bey diye mi? Sen ve siz hitaplarının yakınlığın derecesini bildiren anlam derinliğini her yaştan insanın ne kadar kolay kavradığını, bir çoğumuzun bu ayırımı öğretilmeden adeta öğrenerek doğmuş olduğunu aklımdan geçirip, bu sayfada gördüğünüz karikatürü dinleyicilerle paylaşırım.

Kitaplarımda yer verdiğim yazılarımda da üstünde durduğum sen/siz karikatüründeki mesele, kiminle yakın olacağımıza nasıl karar verdiğimizle başlar, bu kararı karşımızdakine nasıl yansıtacağımızla devam eder. Yakınlık, yakın olduklarımız hakkında dertlenmeyi de içerir. Konuşmanın birinci dakikası bittiğinde aynı mekanı bir süreliğine paylaşacağımız kesinleşmiş dinleyicilerle yakınlık oluşmuş olduğuna göre, onların söylediklerimi doğru anladıklarından, farklı bir fikirleri var ise benim uzman havamla terörize olup görüşlerini kendilerine saklamadıklarından ve bunun acısını yaşamadıklarından (ve bana hınçlanmadıklarından) emin olmam gerekir. Ne de olsa, beyinlerini bana emanet etmişlerdir bir süre, ve ona iyi bakmalıyımdır. Bu garip düşünce zincirinin hızla seyri içinde salonda bir kişi hapşurur (yoksa hapşırır mı yazmalıyım?). Yakın olduğumuz bir kişinin ömrünü uzatmak için bir fırsat gibi gördüğümüz hapşurma anlarından birisinde miyim, yoksa üstüme vazife değil mi? ‘Çok yaşa’ demeli miyim? Bu soruyu geçen hafta konuk olduğum Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünün Psikoloji ve Gelişim Kulübünün toplantısına katılan değişik bölümlerden öğrencilere sordum. ‘Bu salondakilerden birisi ise hapşuran, evet’ dediler. Artık o gençlerle yakın olduğumuzu anladım. Ama konuşma yakınlıkları, tatildeki yol arkadaşlıklarına benzer; o an, yakınsınızdır. Yakın ilişkilerden farkı ise, ‘gerçek’ hayatımıza bu yakınlığın yansımamasıdır.
Gençlerle konuşma sonrası devam eden sohbette, ‘Yolda görsem sizi tekrar tanımayabilirim, kendinizi tanıtın’ dediğimde önce biraz bozuldular. Bizi unutacak mısınız, ne çabuk, dercesine. Açıklamaya çalıştım: Benim yüz belleğim berbat, o başka; ama içinde olduğumuz bağlam o kadar sınırlı ki, bunun dışında sadece bu bağlamı hatırlattığınızda, zihnim şu anı ve sizin kim olduğunuzu tekrar bana hatırlatacak. Aklımda duran bugünle, burada bulunanlarla ilgili anı, yakınlığı tekrar canlandıracak. Canlandırılması gereken tüm yakınlıklarda olduğu gibi ‘hani o gün camlı kantinde kahve içmiştik’ gibi ayrıntılarla her şey nerede kaldıysak, oradan devam edecek. Yakın olabilmek, insan olmanın en güzel yanlarından birisi. 

1 comment:

Anonymous said...

Sen ve siz konusu o kadar da dogustan ogrenilen bir konu degil maalesef, en azindan bazi kisiler icin:(