Thursday, May 26, 2011

Bir an önce büyümek



İlkokulda sınıf atlatılan, liseyi hazırlık okumadan bitirmeye göre tercih yapan, üniversitede yabancı dil öğrenme için önemli bir şans olan hazırlık sınıfını okumamayı isteyen, sonuçta hayata birkaç yıl önce başlayan genç arkadaşlarımı düşündüm. Bilinmez bir geleceği bir an evvel, iyi ya da kötü bir kesinliğe kavuşturma telaşıyla acele etmelerine diyecek bir şey yok. Yine de, genç olmanın fazla avantaj sayılmadığı durumlardan birisi olan doktorluk mesleğinin ilk yıllarını tipim sebebiyle tıfıl bir “çocuk” doktor olarak geçirmiş olan bendeniz bile, gençliği kurtulmaya çalışılınan bir dönem olarak göremiyorum. Çocuklarını bir an önce büyütmek isteyen anne-babaların çoğaldığı bir dünyada, bir an önce büyümek, çocuk ve genç olma hakkını kullanmamış olmak tavsiye olunmaz.

Genç göster, genç olmasan da


Gittiğim sabah televizyon programlarından birisinde, aynı zamanda çocukluk arkadaşım olan sağlıklı yaşam programının doktor sunucusu, yüzümdeki yaşlanma işaretlerine dikkatimi çekti. Kırışıklıklar, şişkinlikler, kolagen doku kayıpları vs… Arkadaşına kıyamayan bir arkadaşın refleksi ile “hemen düzeltebiliriz, bir hap, şuraya oraya dokunuşlar. On yaş birden genç görünürsün” dedi. Peki ama, 10 yaş daha genç görünürüm de 10 yaş daha genç olur muyum, diye aklımdan geçti. Kendisine söylemedim, tabii ki.

Sunday, May 22, 2011

bornova karneleri






karneler... çocukların notlarını beğenmediğim her seferinde kendi ortaokul karnelerimden elimde kalan bir iki tanesini çıkartıp bakmayı alışkanlık edindim. kendimi iyi olarak hatırladığım derslerden "o kadar" iyi olmayan notlar almış olduğumu görmek bir anlamda rahatlatıcı, çocuklara yüklenmemi azaltıyor. ama düşündüğüm ya da hatırladığım kadar başarılı olmadığımı görmek kendimle (daha doğrusu kafamdaki kendim imajımla) ilgili bir hayal kırıklığı da yaratmadı değil.
bedenden raporlu olup, dinbilgisinden 6/10 almam üzerinde ayrıca durulacak bir konu.



Saturday, May 21, 2011

bordo ceket



1960'ların sonunda kolej sınavları şimdiki anlamına erişmemişti. ama, eğitim konusunda hırslı sayılabilecek annebabamın bile kolej sınavlarına başvurmak aklına gelmiyordu. bırakın ders filan aldırtmayı. bir çok anne-baba da farklı değildi.

izmir'de o zamanki adıyla İzmir Koleji (Bornova Maarif Koleji adıyla da bilinirdi, son 30+ yıldır anadolu lisesi) sınavla girilen okullar kategorisinde önde yer alırdı. okulun varlığını öğrenmemin öyküsü basit: ilkokuldaki en yakın arkadaşım Uğur'un evine oynamaya gittiğimde, kapının hemen yanındaki vestiyerde asılı duran bordo ceket dikkatimi çekerdi. öyle süslü püslü bir çocuk olduğumdan değil, bir biçimde kalınca kumaşı (bir adı olsa gerek), bordo rengin şarabiliği, ve göğüs ceketindeki stilize İK yazısı (oğlu bizim okulda olan o dönemde tanınmış bir tasarımcı olarak bilinen Zühal Yorgancıoğlu'nun tasarladığı söylendi), hoşuma gitmişti.

bu detaylardan herhangi birisi önemli değildi, ama, her görüşümde ceketi giyesim gelirdi.
Ceket, Uğur'un abisi (eposta grubundaki duyurudan benden sadece 2 yaş büyük olduğunu anlıyorum) Ömer'indi.

Bu ceket nerede giyiliyor, diye sorduğumda, "izmir koleji" cevabını alınca, bari ben de o okula gideyim, diyerek harekete geçtim. kemeraltı'nın arka sokaklarında bir yerdeki milli eğitim müdürlüğüne gidip başvuru evrakını aldığımı, sonra elimdeki evrakı okul müdürüne imzalatmak için geri dönüşte steyşın üçkuyular dolmuşundan cami sokağının köşesindeki inişimi hatırlıyorum.
hepsi bordo ceket yüzünden. 1970'de izmir koleji'ne girdikten sonra, ceketi bir ya da iki yıl giyebildim. galiba orta 2'de forma değişti; biz de lacivert ceket gri pantolon sistemine döndük.
ilk tanıdığım bordo ceketli kişi olan Ömer ise, birkaç gün önce bu dünyadan ayrıldı. son 40 yıldır görmediğim, ama güler yüzüyle hatırladığım bir "abi". tertemiz bir yüz.
bordo ceketinin beni soktuğu yolu hiç bilmedi, herhalde.
resimde izmir koleji'nin okul yolunun o zamanki hali.. şimdilerde ikea, forum vs gibi beton merkezlere verilmiş verimli toprakların arasından geçilip gidilen yoldan, geçip gitmişlere selam olsun.

Monday, May 16, 2011

konferans maceraları

konferans ve paneller için antalya'dan elazığ'a manisa'ya ve istanbul'da bir çok yere gitmek, konuşmalar için hazırlanmak yazma zamanından epeyce aldı.
konuşmaların iyi yanı, daha doğrusu en iyi yanı, düşündüklerim ve söylediklerime bir karşılık almak. salonda söylenenler, çıkış koridorunda ayaküzeri konuşulanlar, sonradan yazılanlar...
bazılarının görüntü kayıtlarını websitemden bulabilirsiniz. üstelik, izlemesi kolay olsun diye bölüm bölüm ayrılmış durumda.
her birinde görünüşte üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söylesem de, her seferinde aklımdakilerin değiştiğini fark ediyorum.
konferanslar sırasında çekilen fotoğraflar ve hatırladıklarımı da ayrı postlar şeklinde buraya koysam iyi olacak. zamanı geçmeden.

facebook'a ara verdim

facebook hesabında (yankiyazgan.com) yönetim sorunları çıkınca, kapattım gitti. kullanmayı öğrenene kadar:)
twitter aç, facebook'da ol diyen genç dostlarımın bir de kurs vermeleri gerekiyor.
açınca söylerim.

Sunday, May 01, 2011

tekrar başlamak

anlamsız, bencilce sebeplerden dolayı "mahkeme kararı ile" yayımı kesilen blogspot türkiye'deki hayatına dönünce, ben de buraya eklemelere başladım.
arada facebook'a kişi olarak değil ama yankiyazgan.com "kurum"u olarak bir "fanpage" açtık. beslemesi zor bir alan oldu; ayrıntıları öğrenmek bir meseleymiş.
okunurluk konusu ise facebook'ta biraz daha ilginç; hızla "arkadaşlık" teklifleri geldi, ama ben arkadaşlıktan ziyade okurluk amaçlı kurduğum için fanpage özelliklerini takviye ettik.
"tavsiye et" komutu bekliyoruz:) facebook'tan website ve blog hareketlerini duyuracağım.
her neyse, işte geri dönüş noktasındayım. sevindiğimi söylemeliyim.