19 eylül 2008
Bir büyük şirketler grubunun düzenlemesiyle, finans, içecek gruplarından yöneticilerle bir araya geldiğim, kişisel gelişim amaçlı bir “sohbet” toplantısından. Sohbeti ben yapmaktayım.
Başta biraz çekik duran, ne bulacağını bilmeden gelmiş gibi gözükenlerin ilgisini çekmek, zamanı onlara yararlı benim için de zevkli biçimde geçirmek isterim. Gönüllü ve görevli olma bu noktada belirleyici olabildiğinden, seminere gönüllü ve görevli olarak gelenler kimlerdir acaba, konusunu açtım. Aslında gerçek cevabını bilmek istemediğim bu soruyu ortaya atmamın sebebi bu durumun konuşmayı algılamayı olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekmekti. Kaygım boşuna çıktı, beş on dakika içinde çok kişi ile ortak bir havayı yakaladık. galiba...
Sen mi, siz mi? En ilgi çeken konulardan birisi, alışkanlıkların kurtarıcı etkisinden söz ederken, kime nasıl hitap edeceğimizi bilemediğimizde imdada yetişen nezaket kurallarındaki “sen mi, siz mi” meselesiydi. Kime nasıl hitap edeceğimizi otomatik ilkelere bağlayan nezaket kurallarının rahatlatıcılığının bir parçası, bizi düşünmekten kurtarması... Sen diye hitap edilmesine izin verilen ortamlarda daha dostça bir ilişkinin, esnek bir hiyerarşinin (belki de adam yerine konuyor olmanın) verdiği rahatlığın hoşluğunu gördük. Bu rahatlık, tedirginliği ortadan kaldırıp, sürekli dizginlenmesi ya da kontrol edilmesi gereken bir kaygı durumuna yer bırakmayarak, yaratıcı, özgün düşünmeye, geleceği tasarlayabilmeye olanak verir. Her iki işlevin de frontal alanı meşgul etmesinin sonucu olan bu kilitlenmeyi aşmanın yolu “rahat” ettirmekten geçer.
Bir dönem ana sektörlerden birisinde çok sayılan bir yönetici olan Ahsen hnm’a çok saygı duyan bir çalışanın dili sürçüp, “Ahsiz hnm” diye hitap etmiş olduğunu anlatan bir katılımcı, siz-sen ayrımının bir yandan da belirsizlik’i arttırıcı olabildiğini hatırlattı (örn. Konum değişikliği ile; ben de boşandıktan sonra sizli bizli, hanımlı beyli olanları hatırlattım). Sağlık ocağı yıllarımda, siz gelir misiniz diye seslendiğim köylü teyze ya da amcaların, sağlarına sollarına bakınıp, “ben tek geldim evladım” diye sözümü yadırgamalarını hatırladım.
Bir büyük şirketler grubunun düzenlemesiyle, finans, içecek gruplarından yöneticilerle bir araya geldiğim, kişisel gelişim amaçlı bir “sohbet” toplantısından. Sohbeti ben yapmaktayım.
Başta biraz çekik duran, ne bulacağını bilmeden gelmiş gibi gözükenlerin ilgisini çekmek, zamanı onlara yararlı benim için de zevkli biçimde geçirmek isterim. Gönüllü ve görevli olma bu noktada belirleyici olabildiğinden, seminere gönüllü ve görevli olarak gelenler kimlerdir acaba, konusunu açtım. Aslında gerçek cevabını bilmek istemediğim bu soruyu ortaya atmamın sebebi bu durumun konuşmayı algılamayı olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekmekti. Kaygım boşuna çıktı, beş on dakika içinde çok kişi ile ortak bir havayı yakaladık. galiba...
Sen mi, siz mi? En ilgi çeken konulardan birisi, alışkanlıkların kurtarıcı etkisinden söz ederken, kime nasıl hitap edeceğimizi bilemediğimizde imdada yetişen nezaket kurallarındaki “sen mi, siz mi” meselesiydi. Kime nasıl hitap edeceğimizi otomatik ilkelere bağlayan nezaket kurallarının rahatlatıcılığının bir parçası, bizi düşünmekten kurtarması... Sen diye hitap edilmesine izin verilen ortamlarda daha dostça bir ilişkinin, esnek bir hiyerarşinin (belki de adam yerine konuyor olmanın) verdiği rahatlığın hoşluğunu gördük. Bu rahatlık, tedirginliği ortadan kaldırıp, sürekli dizginlenmesi ya da kontrol edilmesi gereken bir kaygı durumuna yer bırakmayarak, yaratıcı, özgün düşünmeye, geleceği tasarlayabilmeye olanak verir. Her iki işlevin de frontal alanı meşgul etmesinin sonucu olan bu kilitlenmeyi aşmanın yolu “rahat” ettirmekten geçer.
Bir dönem ana sektörlerden birisinde çok sayılan bir yönetici olan Ahsen hnm’a çok saygı duyan bir çalışanın dili sürçüp, “Ahsiz hnm” diye hitap etmiş olduğunu anlatan bir katılımcı, siz-sen ayrımının bir yandan da belirsizlik’i arttırıcı olabildiğini hatırlattı (örn. Konum değişikliği ile; ben de boşandıktan sonra sizli bizli, hanımlı beyli olanları hatırlattım). Sağlık ocağı yıllarımda, siz gelir misiniz diye seslendiğim köylü teyze ya da amcaların, sağlarına sollarına bakınıp, “ben tek geldim evladım” diye sözümü yadırgamalarını hatırladım.
bu konuya kalp çarpar, beyin böler kitabımdaki bir kaç yazıda değinmiştim. aslında, kitaptaki yazılar ve konular canlı kalsa da, bir moda ürünüymüş gibi raftan kaybolunca kimsenin aklına bile gelmiyor. bari ben hatırlayayım dedim, en tepedeki çizgi kitaptan (2007).
2 comments:
sağlık ocağındaki anınız çok hoş tam tahmin ettiğim gibi :)))
yalnız, benim bu siz-sen kısmında takıldığım başka bir şey var: bazen sırf aşağılamak ve bu aşağılamayı da sanki samimiyet gösteriyormuşcasına sunmak için de, siz "siz" dedikçe, karşından "sen" hitabı geliyor :((
bu konuda yorum yazmazsam olmaz. Zira kat görevlimize "günaydın" dedigimde günaydın kelimesine siz takısı ekleyerek bana "günaydınız hocam" diye yanıt veriyor :) ahsiz hanima benzer bir durum sanirim.
sevgiler
Post a Comment