konuşmalarda istenen cvlere örnek, hem siz okurlara da bilgi olsun diye, ekliyorum. burada da ingilizce ve Türkçe kopyalar çok farklı gözükebilir, yalan malan söylemiyorum. sadece farklı üslupla hitap etmek gerekir diye düşündüğümden. bu business konuşmaları için, akademik detaylar başka cvlerde... bin cv'li adam gibi bir durum.
xxxxxx
biosketch
Yanki Yazgan, M.D. (1959), received his child and adolescent psychiatry training at the Yale Child Study Center of Yale School of Medicine in New Haven, Connecticut where he also completed a research training track in early onset neuropsychiatric disorders. Dr Yazgan teaches and conducts research at the Marmara University School of Medicine (where he is a full professor) and at the Yale Child Study Center (where he has a clinical appointment).
Dr Yazgan’s clinical interest is in the area of early-onset neuropsychiatric disorders such as ADHD, autism, bipolar disorder, Tourette’s syndrome and obsessive-compulsive disorder. Dr Yazgan’s scientific publications have focused on the application of psychopharmacological, molecular genetics, neuroimaging and neuropsychological methods for better understanding of early-onset neuropsychiatric disorders.
In addition to his medical career as a researcher, academician and private practicing physician, Dr Yazgan speaks to and writes for a professionally and agewise diverse audiences on everyday applications of current neuroscience findings and his clinical experience as a psychiatrist, for purposes of public understanding of science.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Özgeçmiş.
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Profesör, Yale Child Study Center’da öğretim görevlisi olarak akademik çalışmalarını sürdürmekte, çocuk/genç ve erişkin psikiyatrisi alanında serbest uzman hekim olarak çalışmaktadır.
Eğitim. İzmir'de büyüyüp, Bornova Maarif Koleji ve Ankara Fen Lisesi'nden (1977) sonra tıp eğitimini Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde tamamladı (1983). Oğuzeli (Gaziantep), Kuzey Kıbrıs ve Biga (Çanakkale) ilçelerinde hükümet tabibi olarak mecburi hizmet ve askerlik yaptı.(1983-6) Genel psikiyatri uzmanlık eğitimini Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde (1986-91) yaptıktan sonra Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanlık eğitimini aldı (1992-5). Yale Üniversitesi’ndeki ileri klinik araştırmacılık eğitimini de aynı dönemde tamamlamış olan Yazgan’ın tıp ve psikiyatri alanında çok sayıda uluslararası bilimsel makalesinin yanı sıra ödül ve proje desteği vardır. Ülkemizdeki ve ABD/Avrupa’daki tıp ve psikiyatri meslek örgütlerinin bilim ve eğitim kurullarında yer almaktadır.
Popüler yazılar. 1987'den başlayarak Cumhuriyet Bilim Teknik, Yeni Binyıl, Yeni Gündem, Akşam’ın aralarında olduğu çok sayıda gazete ve dergide, ekonomik hayata psikoloji ve beyin bilimleri açısından bakış, gündelik ilişkilerdeki davranışlarımızın farketmediğimiz doğal kuralları ve beynimizin işleyişi hakkında konuşmuş, yazmış ve çizmiştir. Kalp Çarpar Beyin Böler bu alandaki en son kitabıdır.
Iş hayatı için. TKYD ve benzer amaçlı kurumlar ile işbirliği içinde verdiği seminerlerde, kurumlarda karar mekanizmalarının anlaşılmasını (“beyindeki CEO: belirsizlik durumlarında karar vermek”), iş hayatında şirket ve aile dinamiklerinin uyumlu yönetimini (“şirket olmak aile kalmak”) ve duygular, alışkanlıklar ve sezgilerin yönetime etkisini (“4 Z”) ele aldı.
Sunday, January 20, 2008
konuşmalardan önce
konuşmalar öncesinde genellikle iki, pardon üç, istek olur. sunum özeti, sunum metni ve cv.
son zamanlarda fotoğraf da isteniyor, dinleme değil de seyretme ağır basıyor demek ki...
konuşmalar kesinleşmeden önce de konuşulan 3-5 ana konu var; başlık, zaman, saat ve konuşmanın düzenleyicisi bir ticari kuruluş ise, konuşmacılık ücreti. neden hep bir pazarlık gayreti olur, anlamak zor; örneğin geçenlerde bir turizm şirketi ücretiniz bize çok geldi, dedi, indirim yapabilir misiniz? işin garibi, aynı şirketin bir otelinde yıllar önce kaldığımda, o zamana göre yüksek sayılan bir ücret vermemize karşın, bize çok geldi, indirim yapar mısınız, demek aklıma gelmemişti. ticari kafa başka bir şey...
doktor ücreti konusunda benzer bir isteği, hatta şikayetlenmeyi anlamak mümkün (ki orada eger mesele ciddi bir hastalık ya da benim özellikle anladığım düşünülen bir konu ise, bir sürü seçenek üretebilirim zaten ve doğrusu); ama bir şirketin sadece her şeyi daha da ucuza mal etme, "cost cutting" stratejisine beni malzeme etmesini kabullenemem ( o zaman otururum oturduğum yerde:))
son zamanlarda fotoğraf da isteniyor, dinleme değil de seyretme ağır basıyor demek ki...
konuşmalar kesinleşmeden önce de konuşulan 3-5 ana konu var; başlık, zaman, saat ve konuşmanın düzenleyicisi bir ticari kuruluş ise, konuşmacılık ücreti. neden hep bir pazarlık gayreti olur, anlamak zor; örneğin geçenlerde bir turizm şirketi ücretiniz bize çok geldi, dedi, indirim yapabilir misiniz? işin garibi, aynı şirketin bir otelinde yıllar önce kaldığımda, o zamana göre yüksek sayılan bir ücret vermemize karşın, bize çok geldi, indirim yapar mısınız, demek aklıma gelmemişti. ticari kafa başka bir şey...
doktor ücreti konusunda benzer bir isteği, hatta şikayetlenmeyi anlamak mümkün (ki orada eger mesele ciddi bir hastalık ya da benim özellikle anladığım düşünülen bir konu ise, bir sürü seçenek üretebilirim zaten ve doğrusu); ama bir şirketin sadece her şeyi daha da ucuza mal etme, "cost cutting" stratejisine beni malzeme etmesini kabullenemem ( o zaman otururum oturduğum yerde:))
strateji hakkında konuşmak: yok olmamak için
iş dünyası diye tanımlanan dünyanın genellikle büyük şirketlerden ibaret sayılması (bkz. gazetelerin insan kaynakları ilaveleri) garip değil mi? business ve work kelimelerinin Türkçe'de aynı kelime ile karşılık bulması, birinden birini fazladan ya da sonradan kılıyor.
her neyse, business anlamındaki iş dünyasına, kognitif bilimler ya da beyin araştırmaları alanındaki bilgileri aktardığım ya da aileler ve bireyler ile psikiyatr olarak çalışmalarımdan çıkardığım sonuçları paylaştığım konuşmalardan birisini geçtiğimiz hafta yaptım. 12-13 dakikaya sığdırdığım konuşmanın kendisi hazırladığım özetten (her zaman adetim olduğu üzere) çok farklı olduysa da, yine de ilginizi çekebilir. konuşma metnini yükler yüklemez websitemin bülten abonelerine haber vereceğim.
özetin önce İngilizcesini yazmıştım; sonra da Türkçesini oluşturdum. bütün konuşmalarımda olduğu gibi, tasarlarken, yazarken defalarca biçim değiştirdi; sonunda İngilizce ve Türkçe özetler bile birbirinden çok farklı oluverdi. konuşmanın kendisini ise katılanlara sormak lazım.
Gelecekteki şimdi
stratejik düşünmenin ilkelerine beyinbilimleri açısından bakış
Atalarımızdan homo sapiens, sonunda biz olurken, uzaktan akrabamız neandertallerin soyu ne oldu da kurudu? Stratejik düşünemediler de ondan. Çünkü beyinleri elvermedi.
Insan. Insanı insan yapan özellik geleceğin farkında olmaktır. Geleceğin farkında olan insan biriktirir, tasarlar, yatırım yapar. Geleceğini hayal eder; hayalini gerçekleştirmek için harekete geçer ve başkalarını harekete geçirir. Bunu sağlayan, insan beyin yapısına özgü farklılıklardır.
Beyin. Genişlemiş bir frontal alan ve bağlantıları, beynimizin eşzamanlı işlem yapma kapasitesini arttırırken, geleceği tasarlamaya ve geçmişi hatırlamaya olanak sağlayan bir “yazboz tahtası” sağlar. Beynimizin işleyiş tarzı, çevremizden aldıklarımızı
Gelecek. Düşünüş tarzımız, hayata bakışımız stratejimizi belirler. Genellikle, şimdiki durum, bugün içinde olduğumuz nesnel durum ve ruh hâli, geleceğe ilişkin planlarımızı büyük ölçüde etkiler. Geleceği tasarlarken, genellikle, nasıl düşünürüz?
Şimdi Her şey hep böyle kalacak sanırız. İyi ve lehimize olan koşulların hep bugünkü gibi, böyle kalacağına, kötü günlerin er geç geçeceğine, hatta hiç gelmeyeceğine inancımız tamdır. Öyle inanmıyorsak, psikolojik durumumuzda bir bozulma (örn. Aşırı karamsarlık) olduğu düşünülebilir.
Risk. Kazanmaktansa kaybetmemeyi tercih ederiz. Kaybetme korkusu değerli olanı muhafaza etmeyi ön plana çeker.
Alışkanlıklar Herkes gibi olmak istemesek de, herkes gibi davranırız. Herkes deyince, sadece şimdi çevremizde olan herkesi anlamayalım.
Düşünce alışkanlıklarımızın önemli bir bölümü, bizden çok eskidir. Kuşaklar boyunca aktarılagelmiş ve yerleşiktir. Çünkü öbür türlüsü zordur.
İçimizden geleni yapmak isteriz. Oysa, içimizden gelen stratejik değildir. İçimizden geleni yapmamak da çok zordur.
Şirket yönetimi. Kurumun yönetimindekilerin karar verme sürecinde, beyin ve karar mekanizmaları bilgisinin yararı ne olabilir? Bir kurumun frontal beyni (CEO/YK), belleği (kurumsal alışkanlıklar), yaşı-başı, huyu suyu (riske yaklaşımı) ve içinde yer aldığı iş alanı (modern/klasik/marjinal/”mainstream”) strateji belirleme aşamasında belirleyici olabilir.
Knowing the Now of the Future
a short summary of the cognitive neuroscience perspectives in strategic thinking, risk estimation and decision making in ambiguous conditions
Definitions and Highlights
Strategical thinking: Thinking of future in terms of steps to be taken and goals to be reached and results to be obtained.
Mankind’s species-specific ability to think of and about future
Risk: the cognitive and emotional valence attributed to the future in terms of danger and opportunity
Future is ambiguous
Estimation of risk: dependent upon the current emotional state.
When future comes, the then current state is past. Current now may be quite different from the future now, therefore, strategies may well be confounded by the powerful impact of the current context.
Habits are the carriers of now to future.
Habits: patterns of thought and behavior that persist across contexts.
Ambiguity triggers habits.
How to reassemble the impact of current moment on future thus we can adhere with the original plan: time, goals, and results.
Habits and decision making for now and future in executive groups such as corporate boards
Executive control of habits and prepotent responses via focusing: a brain-based habit to acquire
her neyse, business anlamındaki iş dünyasına, kognitif bilimler ya da beyin araştırmaları alanındaki bilgileri aktardığım ya da aileler ve bireyler ile psikiyatr olarak çalışmalarımdan çıkardığım sonuçları paylaştığım konuşmalardan birisini geçtiğimiz hafta yaptım. 12-13 dakikaya sığdırdığım konuşmanın kendisi hazırladığım özetten (her zaman adetim olduğu üzere) çok farklı olduysa da, yine de ilginizi çekebilir. konuşma metnini yükler yüklemez websitemin bülten abonelerine haber vereceğim.
özetin önce İngilizcesini yazmıştım; sonra da Türkçesini oluşturdum. bütün konuşmalarımda olduğu gibi, tasarlarken, yazarken defalarca biçim değiştirdi; sonunda İngilizce ve Türkçe özetler bile birbirinden çok farklı oluverdi. konuşmanın kendisini ise katılanlara sormak lazım.
Gelecekteki şimdi
stratejik düşünmenin ilkelerine beyinbilimleri açısından bakış
Atalarımızdan homo sapiens, sonunda biz olurken, uzaktan akrabamız neandertallerin soyu ne oldu da kurudu? Stratejik düşünemediler de ondan. Çünkü beyinleri elvermedi.
Insan. Insanı insan yapan özellik geleceğin farkında olmaktır. Geleceğin farkında olan insan biriktirir, tasarlar, yatırım yapar. Geleceğini hayal eder; hayalini gerçekleştirmek için harekete geçer ve başkalarını harekete geçirir. Bunu sağlayan, insan beyin yapısına özgü farklılıklardır.
Beyin. Genişlemiş bir frontal alan ve bağlantıları, beynimizin eşzamanlı işlem yapma kapasitesini arttırırken, geleceği tasarlamaya ve geçmişi hatırlamaya olanak sağlayan bir “yazboz tahtası” sağlar. Beynimizin işleyiş tarzı, çevremizden aldıklarımızı
Gelecek. Düşünüş tarzımız, hayata bakışımız stratejimizi belirler. Genellikle, şimdiki durum, bugün içinde olduğumuz nesnel durum ve ruh hâli, geleceğe ilişkin planlarımızı büyük ölçüde etkiler. Geleceği tasarlarken, genellikle, nasıl düşünürüz?
Şimdi Her şey hep böyle kalacak sanırız. İyi ve lehimize olan koşulların hep bugünkü gibi, böyle kalacağına, kötü günlerin er geç geçeceğine, hatta hiç gelmeyeceğine inancımız tamdır. Öyle inanmıyorsak, psikolojik durumumuzda bir bozulma (örn. Aşırı karamsarlık) olduğu düşünülebilir.
Risk. Kazanmaktansa kaybetmemeyi tercih ederiz. Kaybetme korkusu değerli olanı muhafaza etmeyi ön plana çeker.
Alışkanlıklar Herkes gibi olmak istemesek de, herkes gibi davranırız. Herkes deyince, sadece şimdi çevremizde olan herkesi anlamayalım.
Düşünce alışkanlıklarımızın önemli bir bölümü, bizden çok eskidir. Kuşaklar boyunca aktarılagelmiş ve yerleşiktir. Çünkü öbür türlüsü zordur.
İçimizden geleni yapmak isteriz. Oysa, içimizden gelen stratejik değildir. İçimizden geleni yapmamak da çok zordur.
Şirket yönetimi. Kurumun yönetimindekilerin karar verme sürecinde, beyin ve karar mekanizmaları bilgisinin yararı ne olabilir? Bir kurumun frontal beyni (CEO/YK), belleği (kurumsal alışkanlıklar), yaşı-başı, huyu suyu (riske yaklaşımı) ve içinde yer aldığı iş alanı (modern/klasik/marjinal/”mainstream”) strateji belirleme aşamasında belirleyici olabilir.
Knowing the Now of the Future
a short summary of the cognitive neuroscience perspectives in strategic thinking, risk estimation and decision making in ambiguous conditions
Definitions and Highlights
Strategical thinking: Thinking of future in terms of steps to be taken and goals to be reached and results to be obtained.
Mankind’s species-specific ability to think of and about future
Risk: the cognitive and emotional valence attributed to the future in terms of danger and opportunity
Future is ambiguous
Estimation of risk: dependent upon the current emotional state.
When future comes, the then current state is past. Current now may be quite different from the future now, therefore, strategies may well be confounded by the powerful impact of the current context.
Habits are the carriers of now to future.
Habits: patterns of thought and behavior that persist across contexts.
Ambiguity triggers habits.
How to reassemble the impact of current moment on future thus we can adhere with the original plan: time, goals, and results.
Habits and decision making for now and future in executive groups such as corporate boards
Executive control of habits and prepotent responses via focusing: a brain-based habit to acquire
Friday, January 11, 2008
merak eden yazsın 25 yıl öncesinin çizgisini
bu resmin yazısını merak eden bir okur olana kadar bekleyecegim. blogun ne süratte okunduğunu anlamak için... (aradan bir gün geçer cuma günü alttaki paragrafla devam ederim) bu bloga 24 saat sonra eklenen not: sevgili okurlar ahmet z ve pınar; ikinize de teşekkür ederim; okunan bir yazı yazmak internet evreninde her kul'a nasip olmuyor:)
peki bu resim neyin nesi? resimde gözüken bendeniz, 1982 yılında yayımlanan çizgili kitap adlı karikatür kitabındaki bölümümün girişindeki tanıtım ne'si, karikatürü denebilir. çizen, levent efe, son 20 yıldır avustralya'da medical illustration ile hayata devam eden çok eskilerden kalma sevgili arkadaşım; kitabı okuldaki cerrahi stajı sırasında nöbetlerde veya sıkıldığım derslerde çiziktirdiğim karikatürlerden derlemiştim. aynı seneler, 12 eylül sonrası ağır baskı dönemiydi. politika ile uğraşmak tehlikeliden öte, tehlikenin ta kendisi olduğundan, ben ve bana benzeyen liberal-solcu yanı daha önplana geçenler, sanat, felsefe, psikoloji gibi "soft" alanlara kaymıştık. kitaba katkıda bulunanlar arasında bugün norveçte grafik sanatçısı olarak hayata devam eden firuz kutal, sinemacı reha erdem, eski reklamcı her daim ressam emre senan, milliyet çizeri haslet soyöz vardı. kitaptan elimde parçalanmış tek kopya var; benim çizgilerim de karikatürcü olarak 25 yılda bir dirhem ilerleme kaydetmediğimi gösteriyor:))
her neyse, bu çizgideki adam 25 yıl önceki bendeniz.
Bir TV macerası vesilesiyle
programdaki görüşüm
Geçenlerde bir TV programına “yorumcu” olarak çağrıldım; konu mutad: şiddet. Klişe laflar etmek ve dinlemek korkusuyla gittikten sonra, yan konulardan birisinin aydınların topluma örnek olma sorumluluğu olduğu anlaşıldı. Dindar gözükmenin, dini vecibeleri yerine getirmenin aydın çevrelerde ayıp sayıldığından, yadırgandığından gazetelere verdiği demeçle yakınan bir profesörün “böyle konuşmaması gereği” üzerine TV programında tartışma başladı. Açıkçası, bu fikirlerin doğru olabilecek ancak ülkeye hiç genellenemeyecek gözlemlerden ibaret olduğunu düşünmekteydim. Diğer yandan, profesörün ya da herhangi bir entellektüelin topluma örneklik gibi bir görevi olduğuna hiç inanmadığım için, bunu vurgulamayı tercih ettim. Devlet ya da hükümet yönetiminde olanların, seçimle ya da atama ile belli görevleri üstlenenlerin örnek olma görevini unutup, özgün fikir geliştirme, ortaya yeni bakış açılarını bazen provokatif biçimde atma sorumluluğu olan entellektüellerin üstüne gitmeyi anlamsız buluyorum. Entellektüelin eninde sonunda yalnız başına bir insan olması bir yana, her zaman eleştirilme ve farklı fikirlerle dengelenmesi mümkün... oysa, iktidarda olanların ortaya koydukları örnekleri düzeltmek, eleştirmek, karşı bir ses duyurmak pek söz konusu bile değil.
asıl hikaye
her neysei bu görüşleri söylemeye çalıştığım programdan sonra, "orada ne işin var" diyerek biraz da katıldığım programı küçümseyen mesajları okuyunca, bir daha düşündüm: çoğunluğun seyrettiği programlara katılma konusunda hep tereddüt yaşıyorum; programın tartışma düzeyi genellikle pek parlak olmuyor, söylemek istediğimi, oradaki "sosyal sorumluluk" görevimi yerine tam getiremediğim duygusuyla hep bir eksiklik hissiyle çıkıp eve dönüyorum. çağıran programcılar da, pek fazla konuşmadığım (doğrusu, söze atlayıp başkasının ağzına lafı tıkamadığım ya da espri pek yapamadığım, yaparsam da "cynical" bir şekilde yaparak anlaşılmaz ya da rahatsız edici biçimde espri yaptığım için zaten bir daha tövbe ediyorlar. okurlar hatırlayabilirler, bir keresinde de okan bayülgen programında iki üç yıl kadar önce benzer bir durum olmuştu.
bayülgen iki kıdemli meslekdaşımın kendi aralarında konuşmasının, didişmesinin cazibesine kapılınca, arada bana "abi sen de atılsan lafa" diye telkinlerini de pek dinlemedğim için susup oturmak zorunda kalmıştım. bunu "cool" olmak filan olarak görüp çok öven ya da çok yerenler olduysa da, mesele basitti: konuşma olanağı yoktu.
bu programlarda, söylenecekler sanki dünyanın en önemli şeyiymiş ve o dakika da son fırsatmış gibi davranılıyor ya, işte o an, benim bir şey söyleme iştahım kayboluyor; çünkü öyle hissetmiyorum. konuşmanın yönetimi de bir rol oynuyor elbette.
o sebeple, birebir ya da bire iki konuşmalarda, kendimi daha rahatça ifade etme şansı buluyorum. geçen yıl içinde bu konuda talihliydim, cnbce, ntv, cnnturk gibi kanallarda gündüz, ekonomi ya da iş programları bu açıdan bana göre en iyisi oluyor.
kitlesel programlar. peki kitlesel programlar ne olacak? oralarda çokça gözüken ve dudak bükülen meslekdaşlarımız ya da psikiyatri/psikoloji mesleği jargonunu kullanan başka meslekten insanlara kızmak yerine, kendini mesleğin ciddi ve makul temsilcisi görenlerin toplumu doğrudan aydınlatmaya uğraşmaları daha doğru olmaz mı? eleştirmek, hatta aşağılamak yerine...
tv programlarında sunucuların uzman konuğu istemediği yönde zorlaması bazen mümkün. çok eski yıllarda "kadın kuşağı"nda birkaç programda, "değil mi sayın yazgan?" üslubu ile kendi dediğini onaylatma eğlimi taşıyan bir kaç sunucu dışında ben pek rastlamadım, üstelik değil, deme hakkınız da var, canlı yayındasınız.
bir de meslek konusu var; daha doğrusu "titr"... titreme durumunu ya da tirit yemeğini çağrıştıran bu soruya ne diyeceğiniz çok önemli, hele programdan sonra arayan seyircilere ulaşılabilecek telefonlarını vermek isteyen doktorlar için. titr'ime pek titizlenmediğim için taşımadığım ünvanlar, yapmadığım meslekler adımın altında yer alır.
açıkçası, kimsenin de hatırında kalmaz, doğru mu yanlış mı, şöyle mi böyle mi sorusunu pek sormaz insanlar. gelir geçer...
Geçenlerde bir TV programına “yorumcu” olarak çağrıldım; konu mutad: şiddet. Klişe laflar etmek ve dinlemek korkusuyla gittikten sonra, yan konulardan birisinin aydınların topluma örnek olma sorumluluğu olduğu anlaşıldı. Dindar gözükmenin, dini vecibeleri yerine getirmenin aydın çevrelerde ayıp sayıldığından, yadırgandığından gazetelere verdiği demeçle yakınan bir profesörün “böyle konuşmaması gereği” üzerine TV programında tartışma başladı. Açıkçası, bu fikirlerin doğru olabilecek ancak ülkeye hiç genellenemeyecek gözlemlerden ibaret olduğunu düşünmekteydim. Diğer yandan, profesörün ya da herhangi bir entellektüelin topluma örneklik gibi bir görevi olduğuna hiç inanmadığım için, bunu vurgulamayı tercih ettim. Devlet ya da hükümet yönetiminde olanların, seçimle ya da atama ile belli görevleri üstlenenlerin örnek olma görevini unutup, özgün fikir geliştirme, ortaya yeni bakış açılarını bazen provokatif biçimde atma sorumluluğu olan entellektüellerin üstüne gitmeyi anlamsız buluyorum. Entellektüelin eninde sonunda yalnız başına bir insan olması bir yana, her zaman eleştirilme ve farklı fikirlerle dengelenmesi mümkün... oysa, iktidarda olanların ortaya koydukları örnekleri düzeltmek, eleştirmek, karşı bir ses duyurmak pek söz konusu bile değil.
asıl hikaye
her neysei bu görüşleri söylemeye çalıştığım programdan sonra, "orada ne işin var" diyerek biraz da katıldığım programı küçümseyen mesajları okuyunca, bir daha düşündüm: çoğunluğun seyrettiği programlara katılma konusunda hep tereddüt yaşıyorum; programın tartışma düzeyi genellikle pek parlak olmuyor, söylemek istediğimi, oradaki "sosyal sorumluluk" görevimi yerine tam getiremediğim duygusuyla hep bir eksiklik hissiyle çıkıp eve dönüyorum. çağıran programcılar da, pek fazla konuşmadığım (doğrusu, söze atlayıp başkasının ağzına lafı tıkamadığım ya da espri pek yapamadığım, yaparsam da "cynical" bir şekilde yaparak anlaşılmaz ya da rahatsız edici biçimde espri yaptığım için zaten bir daha tövbe ediyorlar. okurlar hatırlayabilirler, bir keresinde de okan bayülgen programında iki üç yıl kadar önce benzer bir durum olmuştu.
bayülgen iki kıdemli meslekdaşımın kendi aralarında konuşmasının, didişmesinin cazibesine kapılınca, arada bana "abi sen de atılsan lafa" diye telkinlerini de pek dinlemedğim için susup oturmak zorunda kalmıştım. bunu "cool" olmak filan olarak görüp çok öven ya da çok yerenler olduysa da, mesele basitti: konuşma olanağı yoktu.
bu programlarda, söylenecekler sanki dünyanın en önemli şeyiymiş ve o dakika da son fırsatmış gibi davranılıyor ya, işte o an, benim bir şey söyleme iştahım kayboluyor; çünkü öyle hissetmiyorum. konuşmanın yönetimi de bir rol oynuyor elbette.
o sebeple, birebir ya da bire iki konuşmalarda, kendimi daha rahatça ifade etme şansı buluyorum. geçen yıl içinde bu konuda talihliydim, cnbce, ntv, cnnturk gibi kanallarda gündüz, ekonomi ya da iş programları bu açıdan bana göre en iyisi oluyor.
kitlesel programlar. peki kitlesel programlar ne olacak? oralarda çokça gözüken ve dudak bükülen meslekdaşlarımız ya da psikiyatri/psikoloji mesleği jargonunu kullanan başka meslekten insanlara kızmak yerine, kendini mesleğin ciddi ve makul temsilcisi görenlerin toplumu doğrudan aydınlatmaya uğraşmaları daha doğru olmaz mı? eleştirmek, hatta aşağılamak yerine...
tv programlarında sunucuların uzman konuğu istemediği yönde zorlaması bazen mümkün. çok eski yıllarda "kadın kuşağı"nda birkaç programda, "değil mi sayın yazgan?" üslubu ile kendi dediğini onaylatma eğlimi taşıyan bir kaç sunucu dışında ben pek rastlamadım, üstelik değil, deme hakkınız da var, canlı yayındasınız.
bir de meslek konusu var; daha doğrusu "titr"... titreme durumunu ya da tirit yemeğini çağrıştıran bu soruya ne diyeceğiniz çok önemli, hele programdan sonra arayan seyircilere ulaşılabilecek telefonlarını vermek isteyen doktorlar için. titr'ime pek titizlenmediğim için taşımadığım ünvanlar, yapmadığım meslekler adımın altında yer alır.
açıkçası, kimsenin de hatırında kalmaz, doğru mu yanlış mı, şöyle mi böyle mi sorusunu pek sormaz insanlar. gelir geçer...
Subscribe to:
Posts (Atom)