Ruh
sağlığı anlamını nasıl buldu ?
(Hürriyet gazetesinin
Cumhuriyet’in 90’ıncı yılı ekinde yayımlanmış yazı)
Ülkemizdeki insanların tek tek ve toplumun
birer parçası olarak ruh sağlıklarının bu 90 yıl içindeki dökümünü yapmaya
kalksak gözümüze en çok ne çarpar?
Ruh sağlığımız yerinde diyebilmemiz için
hastalanmaksızın yaşamak yetmez ; çalışabilmek, üretebilmek, sevebilmek ve
anlamlı ilişkiler kurabilmek lazım.
Kendini ruh sağlığı yerinde ve mutlu olarak
tanımlayan kişiler, bu iyilik haline kaynaklık eden umut ve iyimserliklerini
yaşadıkları zevk ve keyiflerden ziyade başkalarıyla kurdukları anlamlı
ilişkilere ve başkaları için yapabildiklerine bağlıyorlar. Umutlu ve iyimser
olanlarımız hayatlarımızın ruhumuzu altüst edici etkilerine daha dayanıklı.
Acıları ve sıkıntıları yaşamış kuşakların
hayatta kalanları, dayanıklı olanları
travma’nın insanı ‘geliştirici’ etkisi ile kazandıkları iyimserlik ve
umudu hayatlarını yeniden kurarken eylemlerine yansıtırlar. Cumhuriyet’in ilk
kuşağının bir başka devrin son kuşağı olması tesadüf müdür ?
Ülkemiz cumhuriyete geçtiğinde öncesinde
ardarda yaşamış olduğu savaşlar, toplu kıyımlar, zoraki göçler ve milyonlarca
ölüm ile karakterize uzun bir kayıplar döneminin büyük bölümü ‘tamamlanmıştı’.
Travmatik hayat değişiklikleri, çekilen ve
çektirilen acılar kimimizde dayanıklılığı, umudu ve iyimserliği arttırırken,
kimimizde düşmanca duyguları, kendine ve başkasına güvenmezliği körükler.
Travmanın sarsıcı etkisinden iyimserlik çıkartabilmiş bir kesime örnek sağlık
alanında çalışanlarda görülebilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki veremle ya da
sıtma ile savaş için yürütülen sağlık seferberliğinde, dayanıklı olanların
hayata nasıl dört elle sarılarak başkaları için çabaladıklarını görebilirsiniz.
Hayatta kimin daha çok acı çektiğini
kıyaslamak zor olsa da, topluca acı çekilen olayların dönüştürücü etkisi daha
büyük sayılabilir. Ikinci dünya savaşı sonrasında ruhsal alanda açılan
yaraların iyileştirilmesi gereği Amerikan psikiyatrisinin gelişim hamlesini
doğurmuştu. Türkiye’de cumhuriyet döneminin ruh sağlığı alanına etkisi olmuş
acılarının listesini yapmak bu yazının işi değil ; ancak ülkemizde
Cumhuriyet öncesindeki toplumsal travmaların ruhsal sonuçlarını tam kavrayamadan
yola devam etmiş olduğumuz gibi, sonrasında başta 1980’lerden bu yana sürüp
gitmiş savaş olmak üzere yaşananların iç dünyamızdaki etkilerini de (sanırım,
siyasi/ideolojik saflaşmalarımızla ilişkileri güçlü olduğundan) henüz yeterince
tahlil edip anlayamadık.
Böyle düşünürsek, 1999 depremlerini öncesindeki
diğer büyük felaketlerden ayırd eden ülkemizde ruh sağlığı alanındaki
sonuçlarının çok net olmasıdır. Herkesi ayrımsız etkileyen bu sarsıntı, insanımıza
kendilerinin ve çocuklarının ruh sağlığını fark ettirdi.
Psikiyatri ve psikoloji alanlarının birer
meslek ve bilim alanı olarak o güne dek görülmemiş bir anlam kazandığı bu
felaket döneminde ruh sağlığının her yaş, sınıf, dil, din ve cinsiyet için bir
ihtiyaç olduğu tartışmasız olarak ortaya çıktı. Cumhuriyet döneminin en büyük
felaketi onbinlerce canı alırken milyonlarca hayatta kayıpların yarattığı
duygularla derin bir iz bıraktı. Devlete olan güven duygusunun sarsılması, umduğu
desteği alamamanın ve güçsüzlüğe tanık olmanın verdiği hayal kırıklığı bir
yanda, hem birey hem de topluluk olarak kendi gücünü fark edişi, dayanışmanın
ve başkaları için bir şey yapabilmenin mutlu ediciliği diğer yanda bir dönemdi.
Geride bıraktık diyemeyeceğimiz kadar yakın bir geçmişteki 1999 depremleri
felaketinin sonrasında toplumsal dokunun çözülüp yeniden dokunmaya başlamasının
öncüllerini insanların hayatında tek tek gördük. Birey o zamana kadar güvenilir
bildiği yapıların kofluğunu görünce, güvenme ihtiyacını ya iyimserliğini
kazanarak kendi gücünde ve başkalarıyla dayanışma ve işbirliğinde, ya da
karamsarlığına teslim olarak gücünden gönüllü vazgeçtiği kaderci yaklaşımlarda
karşıladı.