Derin Tarih dergisi
yönetmeni Sn Mustafa Armağan bir arşivde bulduğu bir fotoğrafın arkasında Dr Nafiz (Yazgan) adını görür. Bana dedeme ilişkin hatırladıklarımı sorar. Bu sorusu üzerine
hazırladığım nottur. Kendisine benim için değerli bu belgeyi paylaştığı için bir kez daha teşekkür ederim.
Dedem Ahmet Nafiz Yazgan Safranbolu’da 1885’de
doğmuş (1930 yılındaki resimde sağdan 8inci, siyah saçlı, bıyıklı; sağdan4üncü Fethi Okyar, 6ncı Adnan Menderes)
Annesi Emine hanım erken yaşta ölmüş. Babası Mehmet Şevki
Efendi hattatlık yaparak hayatını kazanan bir kişiymiş. Mehmet Efendi'nin hattalık hayatı İstanbul
Sahaflar çarşısı ile Safranbolu arasında geçmiş; 1920lerde (?) İstanbul’a taşınıp, bir yandan
kendisine geçim desteği amaçlı verildiğini tahmin ettiğimiz Soğanağa Camii
imamlığını sürdürürken, Beyazıttaki küçük dükkanında zanaatını uygulamış.
Hattatlar ansiklopedisine göre ‘vasat’ bir hattatlık kariyeri olmuş. Elimizde
kalan onun ürünü el yazması Kuran-ı Kerim aile tarafından Süleymaniye
kitaplığına armağan edilmiş.
Nafiz, Kastamonu Lisesini ve İstanbul Tıbbiyesini (1907)
bitirdikten sonra Safranbolu’ndan Ayenlerin kızı Ayşe ile evlenmiş. Ailenin bu
kolu halen Safranbolu’da yaşıyor ve gazoz üreticiliği yapmakta (‘Meşhur Bağlar
gazozu’).
Nafiz doktor olarak Rumeli’nde Selanik civarında değişik
yerlerde ve en son Vardar Yenicesi’nde çalışmış. Iki kızı (Saime, Sabiha)
orada, iki oğlu (Seyfeddin, Şecaeddin) bir sonraki görev yeri olan Karacabey’de
(1912-1922 arasında çalışmış), babam Gültekin ise Aydın’da (1925-1966 emeklilik) doğmuş.
Selanik bölgesinde çalıştığı dönemde İttihat ve Terakki
Fırkası (İTF) ile ilişkisi olduğu (o dönemdeki bir çok doktor gibi) anlaşılıyor
(kaynak: aile içi konuşmalar). Ancak hiç bir zaman siyasete meraklı olmamış. Bu
kısmen fazla rasyonellik ile, kısmen de ürkeklik ile açıklanabilir (ailenin
davranış özelliklerine bakarak). Somut olaylara dönersem, siyasi iki nokta var.
Aydın’dan önce Karacabey’de doktorluk yaparken, Karacabey müftüsü Mustafa Fehmi
bey (Gerçeker) ile arkadaşlık yapıyor. 1919’da Sivas-Erzurum sürecine temsilci
yollanması isteği ulaşınca, şehirde dedemin ismi geçiyor. Dedem Mustafa Fehmi
bey’in gitmesinin daha uygun olacağını belirtip, kenara çekiliyor. Mustafa
Fehmi bey, Cumhuriyet’İn ilk ve son Evkaf ve Şeriye bakanlığı görevine kadar
devam eden bir kişi, ve dostluklarının yıllar içinde devamı sonucu 1942’de
Nafiz bey’in dünürü oluyor (Dr Seyfeddin ile Seniha evleniyor).
Yunan ordusunun işgal ettiği Karacabey’de savaş bitene kadar
çalışıp sonrasında tayin edildiği Niğde’deki iki yılın ardından 1925’te Aydın’a
vardığında Sağlık Müdürü görevinde. Pratisyen hekimlik üzerine dahili bazı
çalışmalar yapmış olmakla ve iyi bir doktor olarak tanınmakla beraber
‘mütehassıs hekim’ ünvanını alamamış (Bunu da genel cerrah olan Seyfi amcamdan
duydum).
Aydın’daki 4 doktordan birisiyken, Adnan bey ile şehrin
öndegelenlerinin birer parçası olarak ahbaplık ettiklerini (dedemin ‘Adnan bey
şöyle yaptı böyle dedi’ diye anlatılarından) biliyorum. Adnan bey 1930
civarında dedemi SCF’ye davet etmiş. Dedem de (büyük olasılıkla dostluğun da
etkisiyle) bu süreçte yer almaya karar vermiş. Bazı yolculuklara katılmış.
Ancak süreç hızla tersine dönünce, işin sonunda kendisini devlet görevini
kaybetmiş olarak bulmuş. Sağlık müdürlüğü görevini ‘bırakması’ partiye katılımı
öncesinde mi, yoksa partiye katıldığı için mi, bunu şu anda kestiremiyorum.
Ancak, SCF olayı sonrasında dedem kendini muayenehanede
çalışan, hiç bir devlet görevi olmayan, bir anlamda başının çaresine bakmak
zorunda kalmış bir hekim olarak bulmuş. Bunu ‘hayırlı’ bir olay olarak anlatır;
onun daha hali vakti yerinde bir hayat sürmesine imkan vermiş bir değişiklik
olarak görür.
İlginç olan dedemin 1945 sonrasında Adnan bey onu DP’ye
davet ettiğinde bu sefer, ‘yok, siz yapın, ben böyle devam edeyim’ demesidir. Belki de, Adnan bey'in Serbest Fırka olayından sonra CHF'deki yetkili pozisyonuna rahatça dönebilmesi ve dedemin işini kaybettiğiyle kalması bir burukluk yaratmıştı.
Ama evde bir siyasi yorum yaptığını hatta herhangi bir lider hakkında pek olumsuz konuştuğunu pek hatırlamıyorum. Hiç bir şeye muhalif gözükmemiş, dini veya siyasi hiç bir telkini olmamıştır.
Diğer yandan, 1950 seçimlerinin sonuçları ortaya
çıktığında ‘kapının önünde davul
çaldırttılar’ sözüyle DP’ye katılmayışının bir pasif karşı duruş olarak
yorumlandığını bana anlatan dedem, benim bildiğim dönemde (1965 ve sonrası) CHP
seçmeni (İnönü sonrası da dahil) olmuştur. Ölümünden 4 yıl kadar önceki CHP başkanlık seçimlerinde İnönü'ye karşı Ecevit'i tuttuğunu, buna da hayret ettiğimi hatırlıyorum.
Ortalama bir ülkemiz insanından daha fazla bir biçimde
düşüncelerinin ve inançlarının (din dahil)
dışavuran herhangi bir işaretini görmedim.
‘Mutedil’ deyimine uygun bir adamdı. Dürüstlük ve doğruculuk
en önemli özelliği sayılabilir. Bu konuda biraz aşırıya kaçtığı üzerine de aile içinde
konuşulmuştur.
Hastalarının sevdiği (80 yaşında İzmir’e geldiğinde apartman
kapısına gelen Aydın’ın köylülerini hatırlıyorum) bir doktordu.
Karacabey’deyken onun hastası olmuş bir genç kızken bana 1980lerde torununu
getirmiş bir yaşlı teyzenin ondan ‘Dr Ahmet (Nafiz) bey’ diye bahsettiğini, bende de
ondaki ‘el’in olduğunu (iltifat olarak) söylediğini hatırlıyorum.
Karacabey’deki yıllardan çok sonra bunun hatırlanması sanırım Gerçeker ailesi dünürlük
ile de ilişkili.
Dedemin Adnan bey’in yanısıra bir yakını olan Ethem Menderes
ile daha içli dışlı bir ilişkisi olduğunu (babamın bazı kişilerle tanışmasını
sağlamış) babamın anılarından anlıyorum. Babamın 1950lerin başında (o zamanki
TBMM başkanı) Refik Koraltan ile tanışmasını (körler için bazı faaliyetler
yürütmek üzere, onun ve eşinin desteğiyle AltıNokta derneğini kurmak gibi),
sonraki yıllarda Koraltan’ın kızı Ayhan hanım ile ortak avukatlık yapmasını da
bu ilişkiler zinciri içinde okuyorum.
Ancak daha fazla nasıl anlamlandıracağımı bilemiyorum.
Hayatta kalan kimse, elde yeni bir yazılı bilgi yok.
Dedem Nafiz Yazgan 1976’da, onun en küçük oğlu ve babam
Gültekin 2012’de aramızdan ayrıldılar.
Yankı Yazgan
23.4.2013
No comments:
Post a Comment