Okula başlangıç: öncesi olmadan sonrası olmaz
Geçtiğimiz yıl 444 uygulamasındaki 60/66 ay
uygulaması sonucunda hazırlıksız
okullara hazır olmayan çocuklar gönderilmişti. Bunun yanlış ve zararlı olacağına ilişkin
görüşlerimi sayısız yerde yazdım, söyledim. O dönemde ‘ideolojik’ itiraz ilan
edilen bu görüşlerimden derlediğim bir yazıyı konuyu hatırlatmak için
sunuyorum. Ağustos 2013’deki yeni ‘düzenleme’ ile sınır 69 aya çekildi, daha
üzerindeki kesime de ‘rapor’ ile erteleme hakkı getirilerek, bir anlamda kısmen
başlangıç noktasına dönüldü.
Işin ilginci, çocuklarına okulöncesi eğitim
olanağı sağlamış olan (ve çocukları bu durumdan en az zarar görecek olan)
kaygısı yüksek annebabaların telaşı yüksek, zarar görme olasılığı en çok ancak
kısa vadede ev yerine okulda olması bir anlamda sosyal olarak daha iyi gözüken
bu alternatifi benimseyen yoksul kesimlerde ya da yoksul olmasa da bu konuları
daha az dert eden annebabalarda ise telaş daha azdı. Yeni düzenleme toplumun yoksul ve çok
çocuklu aileleri açısından çocukların eskisine göre 1 yıl daha erken okula
gitmesini sağlayarak bu aileleri bir anlamda rahatlatıcı ve yüklerini azaltıcı
etki getirmiş olabilir. Ancak, bu rahatlatmanın (gerçekleşse bile) etkisi kısa
vadeli.
Çocuğun
zihinsel ve beyinsel gelişim düzeyine uygun bir eğitim içeriği tasarlanmadan,
hazır olmadığı bir eğitim yükü altına vakitsizce giren çocukların gerçek
anlamda iyi bir eğitim almayacağı apaçık. 2013’de
ortaya çıkan tablo düşük olasılıklı ‘iyi senaryo’nun pek gerçekleşmediğini
gösterdi.
Bazen eğitim ya da psikolojik
gelişim gibi konularda ailelerin tercihlerini bilimsel gerçekler ya da uzman
görüşleri değil, hayatın o anda zorunlu kıldığı durumlar belirleyebiliyor. Doğru
olanı bilmek uygulamaya geçirmeye yetmiyor. Geçtiğimiz birbuçuk yıl içinde
kaleme aldığım yazılardan bir ‘ortaya karışık’ ile konuyu kendimce aydınlatmaya
çalışacağım.
Alelacele düzenlemelerle yapılan
1inci sınıfa başlangıç yaşını erkene alan düzenlemelerin çocuk psikiyatrisi
alanına giren tipte sorunları (dikkat eksikliği, hiperaktivite, öğrenme güçlüğü
gibi, akademik sorunlara ikincil duygusal sorunlar, sosyal kaygı gibi
meseleler) arttırıcı olmasından ciddi endişe duymaktayım. Zihinsel ve beyinsel
olgunluk, sınıflardaki öğrenme ve uyum için bir önkoşuldur. Özellikle dikkat
işlevleri beyin olgunlaşması ile net bir ilişki içindedir.
Çocuklar çevrenin kendileri üzerindeki etkisini süzmekte çok
başarılı olamadıkları için, dikkatleri kolayca çelinir. ‘Tahtayı’ ya da tableti
takip etmek zorlaşır. Kalabalık, gürültülü ve sıkışık mekanlarda öğretmenlerin
öğrencilerine erişimleri de kısıtlanır. Dikkat eksikliği hiperaktivite
bozukluğu semptomlarını taşıyan çocuklar genellikle çevre koşullarının etkisine
daha açık, kolayca dağılıp davranış kontrolunu kaybettikleri için ‘yaramaz’,
‘azgın’ ya da ‘dalgın’ gibi sıfatlarla tanımlanırlar. Tabii, her ‘azgın’ ya da
‘yaramaz’ DEHB değildir.
Kendini kontrolun
gelişimi. Okullarda aynı sınıf içinde yaşı daha küçük olanların
kendilerinden sadece 11 ay daha büyük olanların 2 katı oranda davranış problemi
göstermesi ise bu probleme zemin teşkil eden zaafın yaşa bağlı olarak
azaldığını düşündürür. Kendini kontrol becerisi zaman içinde özellikle 7 yaş
(84 ay ve sonrası) civarında çocukların yarısında tam, yaklaşık % 40’ında ise
tam olmasa da ‘idare’ edecek kadar mevcuttur.
Beyinde kendini kontrol becerisinden sorumlu alanlar (başta
prefrontal korteks) da 7 yaş civarında aynı oranlarda gerekli olgunluğa
(kortekste belli bir kalınlık) erişirler. Bu noktadan sonra, ergenliğin
başlangıcına (12-14 yaş) kadar gelişmelerini derinleştirirler. Bağımsız
gelişmelerini tamamlamış beyin bölgeleri ergenlikte birbirleriyle bağlanarak
ortak ve koordinasyon içinde çalıştıkça olgunlaşma yönünde ilerlenir (16-18
yaş).
Tipik gelişen çocuklara göre yaklaşık 2.5 yıl kadar geriden
takip eden DEHB tanılı çocuklar ise beyin gelişimlerindeki bu gecikme sebebiyle
başka çocuklar için uygun sayılabilecek (açıkçası bu da pek doğru değil, ama
öyle varsayalım) eğitim ve davranış kontrol yükünü taşıyamaz durumdadırar.
Gelişim hızı her
çocukta, elbette, aynı değildir. Ancak sınıfın ortalama temposundan kopacak
kadar geride kalan ve öğrenme ve davranış sorunları gösteren (çoğu DEHB tanılı)
kesim genellikle sınıfın % 5-7’si oranındayken, müfredat ağırlığı ve
uygunsuzluğu, fiziki koşulların yetersizliği, yoksulluk ve toplumsal travma,
yetersiz öğretici kadro gibi etkenler bu oranı yukarı tırmandırır.
Istanbul’da bir ilçede yaptığımız çalışmada orta-üst sınıfların
bulunduğu bölgedeki devlet okullarında oranlar ABD’deki oranlara benzerken,
kalabalık göçmen ve yoksul ailelerin çocuklarının öğrenim gördüğü okullarda
davranış ve öğrenme sorunu (en sık dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu)
gösterenlerin oranı hızla en az iki katına tırmanıyordu.
Bunun üstüne, aynı yaşta olan çocuklar arasında bile
ay farkına bağlı olarak ne kadar küçükseniz, dikkat eksikliği/hiperaktivite
bozukluğu sorunları yaşama olasılığınız yükseliyor.
Çocukların davranış ve dürtü kontrolu açısından
gereken yeterli beyin gelişimi ortalama ancak 7 yaş civarında tamamlandığını
düşünürsek, 1inci sınıf olma yaşının daha da aşağıya çekilmesi ve yüklerin
çocuklara göre ayarlanmaması çok istenmeyen sonuçlar doğurabilir. 60/66-71 ay
arasındakileri okulöncesi yerine, içerik hafifletilmiş de olsa eğitimcileri,
sınıf nüfusu ve fiziki koşulları yeterli olmayan 1inci sınıflara
gönderdiğimizde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu oranının katlanması
çok muhtemel olur.
Yeni düzenlemeler, eski
düzenlemede çözülememiş (ama faaliyet raporlarında hallolmuş gibi gözüken) bu
sorunların, DEHB özelliği taşımayan çocuklara yayılması olasılığını
getirmektedir. Üstelik, okulöncesi eğitim ile kendini kontrol becerileri (ve
bir olasılık buna zemin teşkil eden beyin bölgeleri) vakitlice ve yeterince
gelişme fırsatı bulabilecekken, bu yol şimdilik tıkanık gözükmektedir.
Birinci sınıf olarak ilan edilen ama okulöncesi müfredatı
okutulacağı belirtilen çocukları okul-öncesi ilan etmek, gereksiz yük almayı
engelleyici ve en kısa vadeli çözüm olabilir.
Yaygın ve herkese
eşit sağlanan okul öncesi eğitim, kişilik gelişimini ve akademik performansı
olumlu etkileyecek, toplam 12 yıllık eğitim sürecine ve toplumsal hayata iyi
bir başlangıç sağlayacaktır.
Aksi takdirde, sadece sınavda çıkacak soruların cevaplarını
ezberleyen, okuyan ama okuduğunu anlamayan, toplama çıkartma yapan ama problem
çözemeyen, evinin yolunu tarif edemeyen, çok eğitim görmüş ama hiç bir şey
öğrenmemiş gençlerin oranı iyice artacaktır.
No comments:
Post a Comment