Çocuk bahane, kendimize bakalım
Çocukların duygu ve
düşüncelerinin gelişimini, davranışlarını nasıl belirlediğiniz izlemek, beyin
gelişiminin hayatın başlangıç yıllarındaki şekillenmesiyle gündelik hayat
arasındaki ilişkileri incelemek işimin en zevkli yanı. Üstelik bu bakışla
gördüklerim sadece çocuklara dönük bir kavrayış sağlamıyor, hayatı ve hayat
içindeki yerimizi anlamak için eşi bulunmaz modeller sunuyor. Her model ve
hipotez gibi çocuklar büyüyüp genç ve yetişkin oldukça test edebilme olanağı da
cabası. Çocukların ve anne-babaların gelişim sürecinde yaşadıkları zorlanmaları
dinler, sorunları çözüm veya aşma yollarını ararken sağa sola aldığım notlardan
bir seçmece:
•
Çocuğun neye ihtiyacı olduğunu veya ne
istediğini anlamaya çalışmaktansa, ne istemesi gerektiğine karar vermek daha
kolayımıza gelir.
•
Çocuğu zorlamayın. Ama kendinizi de ona
zorlatmayın. Zorla güzellik olmaz; ama güzellikle zorlama pekala olur.
Yaşamımızdaki bir çok doğru ve (daha sonra) olumlu adımı, yakınlarımızın tatlı
zorlamalarıyla yapmışızdır. Yapıp da sonradan pişman olduğumuz durumları
saymazsak…
•
Çocuğun ihtiyaçlarını (anne-baba olarak)
karşılamak görevimiz. Nasıl karşılayacağımıza ise, kendimiz karar verme hakkına
sahibiz (sahip miyiz?). Örneğin, yemek ihtiyacında olduğu gibi, hangi yemeği
pişireceğine anne-baba karar verir. Tabii, yiyen kişinin çocuk olduğunu
unutmadan.
•
‘Heyy, bana bakın, ben buradayım’
Çocukların provokatif (tahrik edici, anne-babayı istemediği ve uygun olmayan
davranışlara yöneltici) davranışları durduk yerde olmaz. Ilginin azaldığı
hissi, zaten az ilgi aldığına inanan bir çocuğun daha fazla ilgi toplama
çabasına (‘provokasyon’) yol açar. Siyasetteki provokasyonların atası
buradadır.
•
Kardeşler kendilerine haksızlık
yapıldığı düşüncesiyle çatıştığında anne-babalar ‘ama biz ikinize de eşit
davranıyoruz’, savunmasına geçerler. Kardeşler arasında problem genellikle
ihtiyaçları eşit olmayanlara eşit davranarak gerçek bir eşitsizlik yarattığımız
için ortaya çıkabilir. Herkese ihtiyacı kadar verebilir miyiz? Bunun için önce
ihtiyacı doğru saptamak gerekir. Çocukla vakit geçirmek, onu tanımak
ihtiyaçlarını anlamamıza fırsat verir.
•
Ihtiyaç: ihtiyaç gündelik hayatta
tüketimimizde temel bir alt sınırı belirlemekle birlikte, ihtiyaçla yetinebilir
miyiz? Ihtiyacımız olmayan nesneleri fazladan ürettirip fazladan tükettirdiği
için öfkelendiğimiz ve karşı çıktığımız ‘tüketim toplumu’nda, ihtiyaçlarımızın
ötesine geçmek için ne sebep olabilir? Insan ilişkilerinde ‘ihtiyacımız kadar’
ile yetindiğimizde, karşımızdakini basitçe nesneleştirir, ilişkiyi işimizi
gör(dür)mek ile sınırlarız. Özellikle kendi ihtiyacını karşılamaya yetecek
düzeyde ilişki kurmak yakınlık gelişmesini önleyici olur. Yakınlık,
kendimizinki kadar ‘öteki’nin ihtiyacının karşılanmasını da gerektirir. Diğer
yandan, eğer yakınlık ‘doğal’ (öğrenilmemiş anlamına) bir ihtiyaç ise, yakınlık
ihtiyacı gereği ‘öteki’nin ihtiyacını karşılamamız, bir anlamda, gerekecektir.
Öteki’nin farkına vardığımız, onunla yakın olmak istediğimiz ölçüde, onun
ihtiyacını karşılamak bizim ihtiyacımız olur. Evrimsel atalarımız sosyal bir
hayata geçtiğinden bu yana varlığımızı sürdürmenin, hayatta kalmanın yolu
başkalarıyla beraber olmak. Kendi ihtiyacımız dışındakilerin özellikle de
‘yakın olduklarımızın’ ihtiyaçlarına dönük yaşamak, kendi ihtiyacımız. Paradoks
gibi gelse de, dostlukların, aşkların, bağlılıkların, tutkuların temeli, bu.
Bir başka bakışla, ayrımcılığın, kendimiz gibi olanlara tutkulu bizden
olmayanlara düşman olmamızın kaynağı da, bu (Tartışmayı sürdürmek üzere).
•
Dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu
(DEHB) özünde bir yorgunluk, ve onun doğal sonucu, üşenme problemidir. DEHB
tanılı çocukların beyin işleyişlerine bakıldığında kolayca ortaya çıkan aşırı
yorgunluk işaretleri görülür.Küçükken de, büyüdüklerinde de, ortalama bir yükü
taşımak için ortalamadan fazla yorulan beyin, basit işlemler sırasında bile
yavaşlayabilir. Hiperaktif çocuklar büyüdükçe yaramazlık yapmaya bile üşenir,
durgunlaşıp bir tür ‘uslanırlar’. Dalgınlıkları, savruklukları devam eder;
başkalarına pek dokunmadığı için daha az önemsenir. Yorgun bir beyin ve üşengeç
zihin, ancak temel ihtiyaçlara yetişecek kadar iş yapar.
•
DEHB’li çocukların temel ihtiyaç olarak
gördüklerinin ötesine geçmeleri, bir konuda derinleşmeleri ‘gereksiz, ne işime
yarayacak ki?’ yaklaşımıyla engellenir. Bu yaklaşımın DEHB’li çocuklar ya da
yetişkinlere sınırlı olmadığı apaçık. Ancak, DEHB’li çocuk gerekli olana
beyni/zihni ancak ve zar zor yetiştiği için derinleşmeye fırsat bulamazken,
toplumun kalanındaki ‘sınavda çıkmayacak ya da ileride (?) işine yaramayacak
konuları öğrenmeme’ eğilimine gerekçeyi toplumsal alışkanlıklarda arayabiliriz.
‘Hemen şimdi’nin ezici üstünlüğü, ‘ bir gün lazım olur’u önemsizleştirir. Bir
gün lazım olur’un da ihtiyaç ölçütüne dayalı olmasını, yüzeyselliğin geleceğe
vadelenmiş biçimi olarak görebiliriz. Ihtiyaç sayılmayan ihtiyaçlar,
karşılanmadığında hayatımızda kendimizi sığ, anlamsız, hayatta ama yaşamaya
gönülsüz hissettiğimiz her şeyi içerebilir.
No comments:
Post a Comment