Evdeki
eşitlik hukuku
Çocukluğunu kendi yakınlarına karşı hakkını
korumakla geçirmiş birisinin büyümüş halini tasarlayabiliyor musunuz ?
Annesinin kendisini değil kardeşini kayırdığını, ona daha fazla köfte-pilav ya
da daha fazla sevgi gösterdiğini düşünen çocuk çok. Ancak bir biçimde dengenin
kendisine doğru da dönebildiğini gördükçe, eşitsizlik olarak algıladığı durumun
(bana 3, ona 4 köfte) bir adalet biçimi (ben 15 kiloyum, o 30 kilo) olduğunu
anladıkça haksızlığa uğramışlık hissi hafifler.
Bunu çocuğa birisinin anlatması, anlatabilmesi
için de başkasının aklındakini tahmin edebilme becerisi diyebileceğimiz ‘zihin
kuramı’ gelişkin olup çocuğun böyle bir algıya kapılabileceğini tahmin
etmesi gerekir.
Eşitliğin aritmetik bir eşitlikten ziyade
çocuğun gelişim ihtiyaçların karşılanması temelinde olduğu anlatılan çocuk, bu
durumdan büyük bir memnuniyet duymasa bile ‘seninki fazla benimki az’
kıyaslamasından daha kolay sıyrılıp çıkar. Toplumsal eşitliğin herkesin
ihtiyacı ölçüsünde kaynaklardan yararlandığı bir düzende sağlanabileceğini aile
içindeki eşitlik felsefesi ile öğrenir.
Bu eşitlik hissini yaşamayan, anlama fırsatı
bulamayan çocuğun gözü kendisinin aldığında değil başkasına verilendedir. Vermek
sadece bir ‘alma’ aracı olarak gelişir ; örneğin, yetişkin olduğunda
iyilik ancak bir vicdan temizliği işlevi görüyorsa, yapılır. kırmızı ışıktaki
kağıt mendil satıcısının eline 100 TL tutuştururken, gözünün önündeki kendiyle
‘eşitsizliği’ düzeltmiş olur. Park yerindeki görevliye 6 TL yerine 5 TL
vermeyi, yanındaki çalışanın maaşını düşük tutmayı marifet bilir. Vermeden
almak üzerine bir hayat felsefesinin doğal sonucu her verme eylemini bir
haksızlık olarak algılaması, başkalarının elindekini almayı kendine adeta
doğuştan hak bilmesidir.
No comments:
Post a Comment