Karıncaları ezmek
(2010)
Okulda her ders arasında hangi takıma alınmayacağı tartışılan (ama futbol
oynama arzusundan da vazgeçmeyen) küçük çocuk, topa nasıl olup da vuramadığını hep
bir olup suratına haykıran sınıf arkadaşlarının tiksintili öfkesinden nereye
kaçacağını şaşırdığı günlerden birisinde defterine “kendimi karınca gibi
hissediyorum” diye yazdı. Yazdığı notu okuyan babası, şaşkın kızgınlığını bir
kenara atmayı her nasılsa başararak, “nasıl bir karınca?” olmak istediğini
sordu. “Zehirli bir karınca olmak isterim. Beni yemek isteyenleri zehirlerim”.
Ekim başında İstanbul’da düzenlenen “okul ruh sağlığı sempozyumu”nda (bkz. www.prep.com.tr) okulda şiddet teması
çerçevesinde bir çok konu ele alındı. Sempozyumda okulların psikolojik
danışmanlık birimlerinin şiddeti önlemeye dönük projelerini sergiledikleri
forumlar, Türkiye ve başka ülkelerden çocuk ve ergen psikiyatrisi ve psikoloji
alanından uzmanların yaptığı konuşma ve çalışma grupları yer aldı. Basitçe
“Zorbalık” diye Türkçe’ye çevirebileceğimiz “bullying” üzerine olan konuşmaları
yapan Young Shin Kim ve Bennett Leventhal’in Kore ve ABD’de yürüttükleri
araştırmalarına dayanarak hazırladıkları seminerlerinde birkaç nokta ön plana
çıktı: 1. Zorbalığa uğrayanlar, sonradan başkalarını ezerek durumu toparlıyor
gözükseler de, ruh sağlıklarındaki bozulma pek değişmiyor. 2. Zorbalık
yapanların herhangi bir tanımlanabilir ruhsal bozukluğu yok; diğer bir deyişle,
psikolojik durumlarını zorbalıklarının bir mazereti sayamıyoruz. 3. Tek şartla,
daha önce zorbalığa uğradıklarını biliyorsak, bu bir açıklama olabilir.
Burada zorbalık nedir, kavram üzerinde bir sözbirliği oluşturalım: ortada
bir güç dengesizliği olması şart. Yaşça, cüssece, toplumsal statüce veya sayıca
üstün bir kişi ya da grubun, kendisinden daha zayıf olana yaptığı her türlü
zorlama ve aşağılama, zorbalık olarak kabul edilebilir.
Konuyu kabullenmek istemeyen birisinin yapacağı itiraz şu olabilir:
“Çocuklar birbirine kötü davranabilirler. Şişko ya da gerzek gibi sıfatlarla
aşağılayabilir, birbirlerini itip kakabilirler. Size hiç olmadı mı, ya da siz
hiç yapmadınız mı? bırakalım, çocuklar kendi aralarında halletsinler,
özgürce...” kendi aralarında
(büyükler karışmadan) ve özgürce
terimlerinin ilavesi bu ifadeyi itiraz edilemez kılabilir, en azından
başlangıçta. Özgür olmanın sorumsuzluk ile sıkça karıştırıldığı bir kültürde,
özgürlüğün 1930’ların faşistlerinin dilinde de pek yaygın olmasını hatırlatmak
ne işe yarar? (“Arbeit macht frei”, üstelik bunda hem emek/çalışmak hem özgür
kelimeleri var)...
Zorbaca davranışların ve tutumların, birbirine denk çocuklar arasındaki
itişme kakışmaların veya laf atmaların ötesinde olduğunu belirteyim. Güç
dengesizliğinin belirleyici bir önemi olan durumlarda, yetişkinlerin güçsüz
olanı korumak gibi bir sorumluluğu doğduğunu yadsımak kolay... Okulların
bazılarında güçlünün güçsüzü ezmesini doğallaştıran yaklaşımların dayanak
noktalarından birisi (“özgür bırakalım”, “bunlar çocuk”,”olur böyle şeyler” ya
da, “kendileri halletsin” tutmadığında) zorbalığa uğrayanın bir biçimde bunu
hak ettiği, hak edecek tahrik edici davranışlarda bulunduğu oluyor.
Bu açıklamanın bir tür gerçeklik
payı taşıdığını söyleyebilirim; zorbalığa uğrayan çocukların bir kısmı ya
farklı, ürkek, tutuk çocuklar, ya da, görünüşte aktif ve agresif, bazen
takıntılı ya da asabi, ama bu davranışlarını kontrol edemediği, bir plan ya da
kasıt ile hareket etmediği aşikar olanlar. Çok kişinin antipatik bulabileceği,
“ama o da öyle olmasaydı, ya da öyle davranmasaydı” diyeceği çocuklar.
Böyle olmalarının başkalarına onlara efelenme
ya da onları ezme hakkı verdiği söylenebilir mi? Herkesin devamlı
“hassasiyetler”den, “kendi kutsalına” dokunulmaması gereğinden (
“başkalarınınkine dokunulabilir” olarak okuyabiliriz) söz edip, saldırganlığına
bunu mazeret kıldığı bir ortamda, okul çağındaki güçsüz, azınlıkta, hatta tek
başına olan çocukların ezilmesine, hoyratça bile değil gaddarca kötü muamele
görmesine ses çıkartmak dolaysız zorbalığa uğramasanız bile dışlanmanız için
bir sebep olabilir.
Çevreye şöyle baksanız, okullarda ya da toplumun bir çok kesiminde, benim
zorba diye tanımlayabileceğim davranışları sergileyenlerin genellikle okulun ya
da ülkenin “gurur duyduğu” kişiler sayıldığını
görebilirsiniz. Güçsüz, garip ve azınlıkta/yalnız olanların neden öyle
olduklarının, ve öyle olmalarının neden çoğumuzun otomatik olarak sinirine
dokunduklarının değerlendirmesini başka bir yazıda yapalım. Ama, hangi noktada olduğumuzu bilsek iyi olmaz mı?
“Bizde olmaz” diye başlayan yiğitlik söylemini bir kenara bırakıp, zorbalığa
hayatımızda meşru bir yer açıp açmadığımızı irdeleyerek noktamızı aramaya
başlayabiliriz. Karıncaları ezmeye devam etmek istemiyorsak...
No comments:
Post a Comment