1977 1 Mayıs’ına gitmeyip, pazartesi
günkü sınava çalışmak bahanesiyle Ankara’daki okulumda kalmış olmayı hiç
kendime yedirememiştim. Lise son sınıf öğrencisiydim. Hangi grubun pankartı
altında katılacağım konusunda kararsızdım, kararımda yalnızdım. Gazetelerdeki
resimlere baktığımda felaketlerin ardından hayatta kalanların hissettiği
cinsten bir suçlulukla ‘ben neden orada değildim’ diye hayıflanmam epeyce
sürdü.
Sol içindeki saçma sapan
çatışmaların o dönemini merak edenler (eski dergilerden bulabildiğinize açıp
bakın, ya da bu çatışmaların evrenselliğini, idealleri ve umutları tahrip
ediciliğini anlamak için bir film, örneğin, Ken Loach’dan Ülke ve Özgürlük,
seyredin); ama, Berktay’ın kendi tanıklığına dayanarak, kendi penceresinden
gördüğüyle her şeyi açıklamaya kalkıştığında ulaştığı sonuç gibi, durum sol
içindeki çatışmaların ürünü müydü? Buna cevap vermek için tek tek verileri ve
olayları açıklayarak ilerlemek ve
bilinmezlerle bilinenleri ayırdetmek daha uygun olmaz mı?
Örneğin, su işleri binasının
tepesindeki tomsonlularla kitleye ateş edenlerin aynı kişiler olup olmadığının
bilinmiyor olması başka, katliamın sorumlusunun solcular olması başka.
Solcuların kendi aralarında kanlı bıçaklı olması ve bunun provokasyonlar için
zemin hazırladığını düşünmek başka, Taksim’deki katliamı planlamış ya da yapmış
olduklarını iddia etmek başka…
Her beceriksizliğin bilerek ve
planlı yapıldığını sanmak, insanların tek tek yetersizliklerinin bir çok trajik
olayın kolaylaştırıcısı olabildiğini unutmak olayların sorumlularını ararken
yapılan hataların bir kısımını oluşturuyor. Ancak son tartışmayı başlatan
iddianın sebep sonuç mantığı beni iyice afallattı.
Sebep sonuç ilişkisi kurmak,
insanların bebeklikten başlayarak dünyanın karmaşıklığını anlayabilmek için geliştirdikleri
bir yeti. Örneğin, bir kapının birisi itince kapandığını gören çocuk, rüzgar
estiğinde çarpan kapıyı kimin kapattığını anlamayınca, kapıyı kapatan kişiye
ilişkin tahminlerde bulunmaya başlar. Tahmini daha önce kapıyı kapatanlarla
sınırlıdır.
Görebildiklerinin ötesindeki
sebepleri düşünebilmeye dört yaşını geçtikten sonra başlayan küçük çocuk,
tahminlerini çeşitlendirirken hoşuna gitmeyen olayların gerçekleştiricisi
rolünü sevmediklerine ya da kıskandıklarına yakıştırmaya başlar. Kırılan vazoyu
mutlaka kardeşi kırmıştır; görmese de öyledir. Görmüş gibi hisseder.
Hissettiğine de inanır.
Benzetmek gibi olmasın ama 1
Mayıs’ı solcuların yaptığı iddiasındaki bu ilişkilendirme yönteminin
çağrıştırdığı bir başka düşünme tarzını ‘Sivas olayları’na Aziz Nesin’in
konuşmasının yol açtığını öne süren bir milletvekilinin sözlerinde yakın
zamanda görmüştük.
Bilimsel yöntem, hissedilenle ya
da öyleymiş gibi gelenle yetinen bebek ya da çocuğun düşünce mekanizmasının
ötesine geçebilmek, verilere dayalı kanaati diğer iddialardan ayırır.
1 Mayıs 1977 ve parçası olduğu
döneminde yaşananların benim yazı amacımın dışındaki sosyal ve politik
sonuçları, değişik düzeylerde anlaşılması ve aşılması sadece sol
düşüncedekilerin ihtiyacı değil; ‘ne oldu, ne yaptık, bize onlara ne oldu?’
sorusunu bugünden bakarak sormak bugün yaşadıklarımızın herkesçe anlaşılması
için de gerekli.
linkini verdiğim iki yazı konuyu iyi derlemişler diye düşündüm.
http://t24.com.tr/yazi/1-mayis-1977-bagciyi-dovmenin-yeni-gerekcesi/5107 (R Akar)
(fırsat ve tanıklıktan öte biraz bilgi bulunca, 9 Mayıs 1979 ile devam etmek üzere)
No comments:
Post a Comment