Sunday, May 24, 2009

inandırıcı yalanlar, acele ve sıra bekleme

bu notu geçen pazar ve iki gün önceki cuma izmir'den ayrı ayrı dönüşümde yazmış olmalıydım. duyan da konuşmaktan başka bir iş yapmadığımı, ki kısmen öyle, düşünecek...
kısmen doğru olan sözler söylemek, ve kısmen doğru olan sözlerin yanına doğru ya da hakikat ile ilişkisi olmayan şeyler yerleştirmek, inandırıcı yalanlar uydurmanın en etkili yolu. günümüz türkiyesi hakkında somut bir şeyler söylemekten bilerek kaçındığımı okurlarım görüyor olabilir. bu kaçınmanın ardplanında, kendimi yorum yapmaya yetkin görmemekten tutun, konuların yorum yapılabilecek kıvama gelmemesine değin uzanan bir gerekçeler listesi yer alıyor. diğer yandan "spekülasyon" ya da "hipotez oluşturma" doğru ya da hakikat arayışı ile taban tabana ters düşen bir yaklaşım sayılmaz. belki de sıramı bekliyorum. gelmeyen sıramı...
hoş, bu sıra bekleme meselesi bir çok yerde başımı ağrıtabiliyor. televizyon programlarına zaman zaman daha sıklaşan aralıklarla katılan birisi olarak, çok katılımcılı programlarda söze atılıp söz kapma konusunda davet bekleyen birisi olarak, "hiç konuşmuyorsunuz"u da sıkça duyuyorum.
konuşmaya başladığında hemen susmayanlardan olduğumu bilmedikleri için böyle diyorlar herhalde :)
diğer yandan, ısrar, teklif bekleme, sıranızı bekleme gibi nezaket gereği davranışlara ilişkin bir kişisel öğrenme öyküsünü aktarmak isterim.
1964 senesi. izmir göztepe kilise sokağındaki evimizde, annem dışarı çıkarken beni komşu nazan hanım teyzeye (kızıl saçlı, çilli, şişmanca sevimli bir kadın) bırakıyor; ama tembihlemeyi unutmadan: "sakın yemek isteme, ayıp olur, bir şey de yeme..." yük olmamı istemediği için, diye açıklıyor. nazan hnm teyze mis gibi kuru köfteleri tavada kızartırken mutfakta masanın yanında yüksekçe bir taburede oturuşumu hatırlıyorum; gerçekten öyle miydi, emin değilim, ama hayalimdeki dekor bu.
köftelerden bir tanesini bana uzatıyor, ya da tabağa koyup veriyor. ben yemeyeceğimi, annemin yeme dediğini, söylüyorum. hafif çıtırdayan bir sesi olduğunu hatırlıyorum, o sesle, yeme aa tadına bak, diyor. annemin kuralına bir bypass veriyor. ben de köftenin tadına bakıyorum. biraz durduktan sonra, ne desem? "bir köftenin daha tadına bakabilir miyim?"
izmir'e bu kadar sık gidersem, sonucu bu oluyor. sıra bekleme ve sıranın bir türlü gelmemesi deyince, yine aklıma gelen:
bostanlı'daki evden hayatımda ilk kez bakkala kadar ek başıma gidiyorum; yaşım 4 ile 5 arası. sokakta araç vs yok; ücra bir yer o zamanlar. bakkala gittim, elimde para bekledim. bekledim. bekledim. sonra ağlayarak döndüm. niye ekmek almadın oğlum? ne istediğimi sormadılar ki...
aynı tabloyu , geçenlerde, bebek'te wafflecıda aras elinde parası ile bekler ve beklerken, kocaman insanlar önüne geçiverir, bu çocuk burada ne beklemektedir acaba diye düşünmez ve wafflelarına kavuşmak için acele ederken aklıma getirdim.
bunu izmir dönüşü düşünmemin sayısız sebebinde birisi de, havaalanı güvenlik geçişlerinde birbirini iteleyen, başkasının önüne geçmeyi sahiden bir kazanç sayan aceleciler oldu. bu kadar acele ile bu kaar yavaş ve gecikmeli iş yapılmasının sırrını bir endüstri mühendisi daha mı iyi çözebilir acaba?

3 comments:

mutlulukmutfaktagizlidir said...

Ben, sizin yorum yapmamaya çalışrken "kriz bizi teğet mi geçti bu konuda emin değilim doğrusu" demenize bayılıyorum! Bana yine de çok güzel bir gönderme gibi geliyor Yankı Hocam! Krizi teğet geçtik diyenlere!Ne de olsa biz Türk milletiyiz, bize hiç bişeycik olmaz, değil mi? Korunmadan her işi görürüz biz!
Sırak apan yetişkinlere, çarpan özür dilemeye gereği bile duymayanlara ne demeli?
Onlar da çevrelerindeki kişileri teğet geçiyorlar herhalde!

Anonymous said...

Önce nezaket öğrenmeye çalışmak sonra da bütün bunların gerçek hayatta işe yaramaması ayrı sıkıntı. Yazdıklarınızı okurken benzer telkinlerin olduğu anılar canlandı. Misafirliğe gitmeden önceki tembihler, saygı gereği söz dinlemek uslu uslu oturmak, hanım hanımcık olmak, sıra beklemek gibi pratikte sıkıntıdan, karşılığı olmadığında platonik duygulardan başka işe yaramayan bir dolu ayrıntı kişisel tarihimize damgasını vuran kalıcı dertler arasında yerini alıyor.sevgiler..

aslı said...

teknoloji özürlü olarak ismi ekleyememişim umarım bu sefer başarırım. Önce nezaket öğrenmeye çalışmak sonra da bütün bunların gerçek hayatta işe yaramaması ayrı sıkıntı. Yazdıklarınızı okurken benzer telkinlerin olduğu anılar canlandı. Misafirliğe gitmeden önceki tembihler, saygı gereği söz dinlemek uslu uslu oturmak, hanım hanımcık olmak, sıra beklemek gibi pratikte sıkıntıdan, karşılığı olmadığında platonik duygulardan başka işe yaramayan bir dolu ayrıntı kişisel tarihimize damgasını vuran kalıcı dertler arasında yerini alıyor.sevgiler..