Ünye'ye kasım ayında yaptığım ziyaret ve konferans notları
Prof Dr Ayşe Yalın (klinik psikolog) Ankara Tıp Fakültesi’nde yıllarca çalıştıktan sonra, doğup büyüdüğü, aile köklerinin olduğu kent Ünye’ye dönüp, ne yapmış? Dedelerinden kalma, kendisinin beşikten evlenene kadar yaşamış olduğu evi tepeden tırnağa elden geçirip bir anaokulu/yuva ortaya çıkartmış: Haznedar anaokulu. Mesleki birikimini de ekleyince, çocukların kendini değerli hissetmeyi, ben ve öteki ayrımını sağlıklı biçimde yapabilmeyi öğrendikleri bir eğitim ortamı. Zeka arttırma, harika çocuk yaratma, on parmağında on marifet geliştirme gibi “trendy”amaçlardan uzak duran, sıcacık, şirin bir yer. Bir de aylık konferanslar dizisiyle, Ünye’de bu konulara meraklı olan anne-babalara, sağlık ve eğitm çalşanlarına, hayatı farkederek yaşamak isteyenlere dönük konuşmalar yapacak konuklar ağırlıyor. Çarşı içindeki Ticaret Borsası’nın dördüncü katındaki küçük ama sahici konferans salonunda, her ay ağırladığı psikoloji, psikiyatri ve eğitim alanlarıındaki konuklarından Kasım ayı konuğu da ben oldum. Daha önceki yıllarda, büyük kentler dışında yaptığım konuşmalara ilişkin izlenimlerimi pekiştiren bir buluşma oldu. Buluşma diyorum, birbirini bekleyen insanların bir araya gelmesi anlamında... Bir kısmı beni okur olarak bilen, ama benim çoğunu hiç tanımadığım bu insan grubunda kimse de birbiirne benzemiyordu. Çok farklı kültürel ve sosyal yapılardan geldikleri besbelli olan dinleyiciler, sorularıyla tartışmayı zenginleştirdiler. Hemen ayak üzeri cevap verilemeyecek ciddiyet ve derinlikte sorularını değişik yazılarda işlemeyi umuyorum. KOnuşmalarımız sorumluluk almanın, çocuk yetiştirmenin, çocuklarla çalışmanın ve aile olmanın getirdiği yükler ve bu yüklerin bizi nasıl geliştirebildiği, insan yanlarımızı güçlendirdiği üzerine odaklandı. Bir çocuğun kendisi olurken, bizi de kendi çocukluğumuzdan bu yana getirdiğimiz alışkanlıklarımıza bakmak zorunda bıraktığımızı beraberce düşündük. Kendisi olabilmenin, bencil olmaksızın ben diyebilmenin sırrını çocuklardan öğrenmek isteyenler için yol gösterici bir çok fikir soru-cevap bölümünde ortaya çıktı.
Ünye’ye gelince.... Şirin desem çok mu basmakalıp olur... Bu tanımı kullanırken, şehrin tahrip olmuş eski dokusundan kalanlar ile şehri yaşatan özellikleri birleştiriyorum. Hayatımızın bir parçası haline gelmiş pejmürde apartmanların arasından gördüğünüzde iç ferahlatan eski evler, bakımsız bırakılmış ama zamanın yıpratıcı etkisine dayanmış hamamlar, düğün salonu olmuş kiliseler, derme çatma görünümlü modern camilere pes etmeyen sade ve etkileyici çarşı içi camii gibi camiler. Çakırtepe’deki pideci, şehrin sokaklarının kavuştuğu meydan ile deniz arasındaki İskele restoran (ben mükemmel karalahana “pancar” çorbasını tadabildim, ama içki ruhsatı olmamasını anlamak da zor oldu), Samsun’a doğru giderken 1-2km sonra sağdaki Küçük Ev...
düzgün bir yazıyla kaleme almaya çalıştığım bu paragrafı bir türlü tamamlayamadım, onun üzerine, mükemmeliyetçiliğe bir son vermeye karar verip, Ünye’deki konuşmadan defterime karaladığım notları temize çekmeden buraya aktarmaya karar verdim.
Değerli olma: yuvadaki resimlerin hepsinin duvara asılması; sadece en güzel olanların değil. Bu bir yarışmaya aykırı değil, onun adı yarışma.. ama bir konkur ya da olimpiyat gibi yapılması anlamsız.
Sorumsuz annebabalık yeni kuşağa mı özgü?
Çocuğuyla ilgili bilgileri tüm ayrıntısıyla talep eden anne (ne yedi, kaç kaşık yedi) neyi öğrenmek, neyi bilmek istiyor? Çocuğuyla ilişkili bilgilerini arttırmak ilişkisine bir katkıda bulunmuyor...(diyetini geliştirmek vs gibi)
Örneğin, karnın doydu mu, ya da yediklerini sevdin mi, gibi bir soru daha anlamlı...
Çünkü ilişki içeriyor..
Ama zekasını geliştrimek, çocuğunun dahi olmasını istemek için çabalamak...bu sorumluluğu başkalarına devretmek, sonra onları “gerekeni yapmıyorsunuz” diye suçlamak (bu bazen ağır hastalıklarda da görülebilir,, kendi yapmadıklarının telafi etmek için...)
Çocuğunda kendi istediklerinin olması...isteyince olur, sloganı... çocuğunuzu istediğiniz gibi yetiştirebilmek.... onun istediğiniz gibi olması anlamına gelmez
"Çocukların kendiliğinden büyüyeceğini sanmıştık..." çocuğunu kucağına alamayan anneler.
Çocuğunu çekeleyerek ve adeta sürükleyerek yürüten kadın, çocuğu aciz hissettirtmekle yetinmez. Telaşının ne ve neden olduğunu anlamazsınız. Kadının koşuşturmasına ayak uyduramayan çocuk, ayağı takılıp yere kapaklanınca, üstüne bir de, yere düştüğü için, dayağı yer...
Kendi yaptıklarınızla rol modeli oluyorsunuz. Sizi görerek örnek alıyor...
Çocuğunu kendi haline terketme/başıboş bırakma ile özgür bırakma arasında kalmak.... çocuğua özgürlük verme (örneğin, özgürce başkalarına zarar verme !) rahat etmek, ya da rahatımızı bozmamak için olmasın?
Sunday, January 10, 2010
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
2 comments:
Nasıl rhatımızı bozmamak için çocukları özgür bırakıyorsak sorumluluklarını üstümüzden atmak için de daha iki üç yaşında kendi kararlarını vermesini bekleyebiliyoruz. Kendine güveni artsın, kişiliği gelişsin diye! Böyle anneler gördüm!
yeni anne oldum , ilk defa anne oldum. 36 yaşındayım , oglum 4 aylık . Zor bir süreç ama çok keyifli :)şimdiden babası gibi alnını kırıştırıyor,görerek bile bu şekilde taklit edebiliyorsa 4 aylıkken , anladıgında tümüyle örnek alacak anlaşıldı.yazılarınızdan bize rehberlik edecekleri okuyoruz konuşuyoruz bebegimiz için herşeyi dogru mükemmel yapmamız imkansız bu kesin ama sanırım her cocuk kendi kitabını yazıyor bizimki de öyle olacak bizde ona elimizden gelen rehberligi yapmaya çalışacagız.herkese kolay gelsin annemi babamı ancak anladım.
Post a Comment