unutkanlık, savrukluk, dalgınlık... bloguma da mı sıçradı acaba? geçenlerde roma havaalanında aktarma yaparken, laptopumun bulunduğu sırtçantasını az önce oturduğum koltukta bıraktığımı farkettiğimde, uçağa gitmek üzere olan otobüsten kendimi nasıl attığımı hatırlamıyorum...
unutkanlığım, bereket versin ki, yeni değil; yoksa bunadığımı düşünmeye başlayacağım. havaalanına pasaportsuz gitmekten tutun, kongreye götürdüğüm posteri aynı yolculukta 3 kez kaybedip bulmaya kadar uzanan öyküler. bu çerçevede rahmetli seyfi amcamı hatırlıyorum. izmir kemeraltı'nda o muayenehanesinden çıkmış evine giderken, belki sabaha kadar ameliyathanede geçirdği bir günün ertesinde, yanından geçerdim; en sevgili yeğeni olduğuna inanmış olan benim yüzüme bakar, hatta inceler, gülümseyen bir gözle bakar, ama benim ben olduğumu anlamamış olarak geçer giderdi. amcacım, diyerek arkasından koştuğumda az önceki kişinin ben olduğunu bile anlamamış olduğunu görürdüm. çok özlediğim insanlardan birisi olan seyfi amcam ile dedemin bir fotografını bloguma koymak, anılarımı gözle görülür hale getirebilir. resim sanırım 1940ların sonunda amcam 30lu, dedem ise 60lı yaşlarda iken, "self-timer"lı bir fotograf makinesi ile çekilmiş. büyük olasılıkla aydın'da...
1 comment:
Dalgınlığın nasıl bir şey olduğunu bilen biri olarak size yazacağım şu bir kaç satır -ki inanın bunlardan çok var bende:)- belki yalnız olmadığınıza ve hatta daha beterlerinin yaşamda hala devam edebildiklerine dair size umut olur belki :D
İş çıkışı eve aklımda bin-bir düşünce ile giderken acele acele girmekte olduğum bir pastaneden aynı hızla bir adamcağız da çıkıyordu. Çarpışma noktasında ikimiz de durduk ve karşıdan gayet nazikçe şu cümleyi duydum:
-Çok özür dilerim, afedersiniz!
benzer sözcüklerle cevap vermesi gereken ben;
-Merhabaaaaaaa
deyip geçip gittim. Sonrasında uğradığım şaşkınlık, kendime rağmen beni sarstı. Tek duam ise adamın verdiğim cevabı duymaması ile ilgiliydi ;)
Post a Comment