Saturday, June 03, 2017

Bornova koleji gençliğim demektir, yaşlılığım da olsun....


(2004’de yazılmış bir yazı, 40’ıncı mezuniyet yılı kutlamaları sebebiyle tekrar ve birkaç ekleme/düzeltmeyle basım)
1970/Hazırlık A’da bana ve bir çok arkadaşıma kalem tutmayı öğreten merhum Reşat Eroğlu’na ve tuttuğum kalemle Türkçe yazmayı öğreten Perihan Caner’e

                                                                      

İzmir Koleji (İK) ya da Bornova Anadolu Lisesi (BAL)’daki yeniyetmelik yıllarımıza şimdiden (orta yaş ve ötesi, meselâ) dönüp baktığımızda ne hissediyoruz? Çocuksu bir sevinç, bir "mavra" yapma dürtüsü, şimdiden geçmişe dönüp bakmanın hüznü... Geçip gitmiş zamanın, kuşak değiştirmenin, "giden ve geri gelmeyecek olanın hüznü." Hayatın getirdiklerini taşıyıp, taşıyamayacağımız belli olmadığında; üstümüze basan sıkıntı ve tatsızlık hissi... İK ya da BAL yıllarını, bir başka deyişle, sevdalı arkadaşlık, sevdalı her şey yıllarını hatırlamanın buruk keyfi.
Yıllar sonra, yıllar öncesindeki kusursuzluk hayallerinin gerçek olmasını dileyen, hayalleri gerçekleşmediğinde kırılıp dökülebilenler... Hayatta sevecek bir şey yokmuş gibi, kendine açılan bir yer yokmuş gibi, kendini değerli ve anlamlı hissettiği bir an yokmuş gibi geldiğinde, çağrılabilecek bir ruha ihtiyaç duyduklarında, İK ya da BAL’da oldukları zamanı hatırlamalılar.
 İK ya da BAL (benim için) İzmir demektir.
İzmir çok değişti. Ama değişeli çok oldu. Parke caddeleri asfaltlamayı modernlik sayan belediyelerin ruhsatladığı, bitişik nizam hangi devre ait olduğu belirsiz apartmanların, kentin içlerinin nefesini kesmesi değişimin adımlarından birisiydi herhalde. Bugünlerde, Mektupçu’da “eski” askerlik şubesini Konak yönüne giderek geçtikten sonra sağdaki bloktaki evlerin vaziyeti bütün perişanlıklarına rağmen kentin çok eski değil otuz yıl önceki halini yansıtıyor. İzmir her şeye rağmen kendine özgü bir yerdir. Bazen bir tatil kasabası kadar eğlenceli, bazen Akdeniz’in miskin bir limanı kadar bıktırıcı, bazen de yüzlerce yıldır olduğu gibi modern.
İK ya da BAL da çok değişti. Okul yolu, giriş kapısı, eski yemekhane, yatakhaneler, revir, en eski kantin, koru, her şey bambaşka olmuş; çok değişmiş. Okul alanında gezinirken, hem oranın yerlisiyim, hem de yabancısı. Çevrede tanıdık tek bir sima yok; binalar aynı gibi ama içleri başka insanlarla dolu. Binaları, yolları, ağaç altlarını, merdivenleri dolduran gençler tanıdık değil, ama bir bildiklik var. Aynı bizim dikilmiş olduğumuz yerlerde dikiliyor, bizim konuştuğumuz hararetle (belli ki başka konulardan) konuşuyorlar. Bakışları, sözleri, hissettikleri ile kendimin neredeyse 35 yıl önceki hâlini görmekteyim. Yıllardır dönüp dolaşarak oynanmış bir rolü şimdi onlar oynuyorlar. Onların 35 sene sonra gelip okulu ziyaret ettiklerinde yaşadıklarını da ben şimdi yaşamaktayım. Zamanın içinde dönüp dolaşıp aynı yere gelmenin başdöndürücü etkisini hissetmekteyim.
İzmir aslında çok az değişti. İzmir çok değişti, diyorlar. Gittiğim ilkokulun hemen yanındaki cami yine aynı yerde; dedemin, babaannemin, anneannemin cenazelerinin kalktığı  yer hiç kımıldamamış yerinden. Güzelyalı parkında oyuncaklar yerinde değil, ama park alanı öylece duruyor. Karşıyaka’da kilise sokağından istasyona doğru çıkınca tan-tanlar yolumu kestiğinde, kenarından süzülüp demiryolunun ötesine geçebiliyorum. Kemeraltı camiinden sola doğru babamın en eski yazıhanesine doğru kıvrılıncaki köfteciler yerlerinde durmakta. Demek ki, İzmir çok az değişmiş. Zaten, İK ya da BAL’lı şair (ve Faik Bey’den arka sokak komşumuz) Ahmet Güntan’ın deyişiyle “... bir hız arabasıydı İzmir, dünyaya inananlar biniyordu.”
İK ya da BAL pek de değişmedi. Çünkü biz pek az değiştik. Hatta aynı kaldık, ruhumuzun  okulda olduğumuz  zamanda takılı kalan kısmı pek az değiştiği için. Hatta, o ruh okulun koridorlarında, yollarında, korusunda, sınıflarında gezmeye devam ediyor; şimdiki öğrencilerinin beyinlerinde, bedenlerinde somutlaşarak.
Ruh meselesi. Bornova’lı sınıf arkadaşlarımla, (2004'den) birkaç yıl önce bir motor tutup kırkıncı yaşımızı kollektif bir parti ile kutladığımızda, aramızdaki ortaklığın ancak bir “ruh” olabileceğini, sadık kaldığımız, paylaştığımız bir ruh olması gerektiğini düşünmüştük. Sonunda bulduk, sadık kaldığımız ruh, en azından o akşam, bir yatakhane ruhuydu.
Duygu belleğimiz, bir dönemle ilgili kişisel tarihimize hükmeder. Üstelik, o tarihten kalma duygularımızla, o kişilerle, o mekanlarla bu gün yeniden karşılaştığımızda, eğer tanıyabilirsek eski sınıf arkadaşımızı ya da öğretmenimizi, yılların gerisinden, eski duygularımız kaldığı yerden devam ediverir. O günlerden kopamamış yanlarımın dökümünü yapmayı denesek...
Bornova’da o sıralar bedenime giren ruh, anlamaya çalıştığım şeyler karşısında içine düştüğüm zihinsel çaresizliğe tahammül edecek duygusal gücü verdi. Bana ve arkadaşlarıma. Kimimiz o duygusal güçten zihinsel çaresizliğini aşmak için yararlandı. Kimimiz ise gücün hazzıyla yetindi.
 Başın öne eğilmesin. İK ya da BAL günleri biraz da başını öne eğmemekti. Bu orada olduğumuzdan mıydı, yoksa sırf o yaşlarda olduğumuzdan mıydı? O günlerden bir türlü kopamamış yanlarımızı aradığımızda, nerede bulabileceğimize dair bir ipucu ararsak, hayatımızın kriz dönemlerinde bulabiliriz. Geri dönmenin kaçınılmaz olduğu bu dönüm noktalarında, ergenliğimizin bütün izlerine rastlayabiliriz: Öfke, tedirginlik, korku, çöküntü, yüreklilik...
Sevda ile yaşanan ergenlik günlerini, hayatı hiç bitmeyecekmişcesine geçirdiğimiz günleri hatırlamaktan ne zevk alıyoruz? Mezunlar günü, yirminci (otuzuncu, kırkıncı) yıl kutlamaları, bu kitap, hepsi, o geçip-gitmiş günlerin bir tür "sene-i devriye"si gibi yasla karışık kutlamalar. Kaybettiğimiz, bir daha geri gelmeyecek olan bir dönemin yasını, aynı geçmişi özleyenlerle paylaşmak hayatta tutucu bir etki gösterir.
Sordum bizim dönemden birisine: Okuldan neyi özlüyorsun en çok? “Arkadaşlıklarımı," dedi. "Öyle arkadaşlık bir daha hiç kuramadım, bir sürü arkadaşım oldu otuzdört yılda (güncelleme notu: bu yazıyı tekrar yayımladığım 2017’de 47 yıl demek gerekiyor), hiç birisi hazırlıkta aynı ranzaları paylaştıklarımız kadar yer etmedi yüreğimde. O kadar yakın arkadaşlıklar kuramadım bir türlü." Sevdalı arkadaşlıklar dönemi ergenliğe özgü. O çağda, aslında, her şey büyük bir tutkuyla yaşanır. Siyaset, futbol, kızlar, oğlanlar...Bir zamanlar yaşlıydım. Kendi hesabıma, bir futbol takımını tutkuyla tutmayı becerebildiğim tek dönem olan İK ya da BAL yıllarındaki futbol sevdamdan geriye kalan, işin "sevda" kısmı oldu. "Ben bir şeylere çok tutkundum, uğruna (ah, hem de Göztepe'lilerden) dayak yemeyi, alay edilmeyi göze alabildiğim şey neydi acaba?" diye düşünüp duruyorum şimdilerde. Ağızda kalan tat gibi bir şey... Bob Dylan’dan bir zamanlar duyduğum gibi, “Ah, o zamanlar çok daha yaşlıydım ben,  şimdi çok daha gencim…”  (“My Back Pages/arka sayfalarım”dan).
 Beraber başladık.... İK ya da BAL günlerine beraber başlamak, ya da aynı günleri değişik dönemlerde yaşamak dışında ortak bir yan bulmak dışarıdan bakan ve gençliğini unutmuşlara anlaşılması zor gelir. O yıllardan kalanlar, o yılların çılgınca bir tempo ile örülen beyin ağlarında o kadar yer ettiyse, acı ve dertlere, eğlencelere birlikte katılıp yol arkadaşlığı yaptığımızdandır. Beyin hücrelerinin yenilenme hızı düşmüş, işleyiş düzeni yerleşikleşmişken, geçmişten kalan ilişkilerimize ait duygularımız bir alışkanlıktan ibaret gibi görülebilir. Bir alışkanlığı özlemek yeterince romantik durmayabilir üzerimizde. Oysa, alışkanlıkların oluşumu için huylarımızı beyhude yere bir kenara bırakmaya çalıştığımız o yıllarda, edindiğimiz hiçbir şey (Karlofça antlaşmasının koşulları veya havuz problemleri) öylece kalmamıştır. Bugüne kalan ilişkiler yol arkadaşlığıdır. Aynı yoldan değişik zamanlarda geçmişlerle olan yakınlığımız, yol arkadaşlığımızı bir dayanışma olmaktan çıkartır. Özlediğimiz, yokluğunun hüznünü yaşadığımız yolun kendisidir. Yolda yanımızda olanlarla bizi buluşturan da yoldur.
İK ya da BAL gibi ruhu olan bir okuldan geçtiğimizde yanımızda olanlarla birlikte yaşlanabilmek, gençliğimizden kalanları ortak aklımızda tutabilmek, hep birlikte kaybedilen ve özlenen gençliğin bir ödülü sayılabilir mi ? Okul ruhumuza bir soralım.(2004)

Meraklısına... Belki biliyorsunuz, ben "sahici" bir BAL 77 değilim. Lise diplomam Ankara Fen Lisesi'nden. Bir çeşit çifte pasaportluyum:) 
İlk ergenliğim Bornova’da (diplomasında 1974’e kadar İzmir Koleji yazan Bornova Anadolu Lisesi, son ergenliğim Ankara Fen Lisesi’nde geçti.  İki okulla da, hayatımın farklı zamanlarına karşılık gelen bir tür “çifte vatandaşlık” ilişkisi içinde oldum. 1974'de (biraz uzaklaşmak isteyip sınavlara gimiş, RC'nin parası çok gelince, fen ve matematiği iyi, üstelik devlet okulu diyerek AFL'ye gitmeye karar vermiştim:))
İzmir bağlarının getirdiği ortaklıklar yanısıra 11-14 yaş döneminin bağlarının sıkılığı BAL yıllarının (AFL'de geçen bir başka güçlü 3 yılın yanında) etkisini kaybetmemesinde önemli rol oynadı. Sınıf arkadaşlarım ve genel BAL topluluğu beni lisede olduğum yıllarda adeta geçici izinli saydı.