Saturday, June 03, 2017
Friday, May 16, 2014
Soma’daki travmanın psikolojik etkileri neler olabilir?
Travma nedir? Soma’daki travmanın etkileri
neler olabilir?
Yazının kalanında
bazı temel bilgileri tekrarlayacağım. bu bilgilerin bir kısmı teorik
gözükebilir. Ancak 1999-2003 arasında Adapazarı’nda psikososyal rehabilitasyon
uygulamasını beraberce yaptığımız çocuk psikiyatrisi ve psikolojisi
alanlarından klinisyenler ve öğretmenlerin emekleri ile elde edilmiş verilere
dayalı olduğunu belirtmeliyim.
Ruhsal travma,
"dış kaynaklı bir felaketin yarattığı zihinsel durumun sonucu olarak,
bireyin kendini geçici olarak çaresiz hissetmesi ve daha önceleri işe yarayan
savunma ve başa çıkma mekanizmalarının işlemez hale gelmesi" olarak
tanımlanabilir.
Travmanın ruhsal yapımızı örseleyici etkileri ne şekilde
gerçekleşir, kimler en çok etkilenir?
a. Doğrudan örseleyici olaylar
yaşamak: Madenden kurtarılmış olanlar, hem kendilerinin hem başkalarının ruhsal
ve bedensel bütünlükleri bozulduğu için.
b. Başkalarının başına gelen
olayları görmek/tanıklık etmek: olay yerinde veya medya aracılığıyla duruma
tanık olanlar.
c. Bir yakınının
(aile-arkadaş) başına travmatik bir olay geldiğini öğrenmek (gerçek bir ölümün
ya da ölüme yakın bir durumun doğması, kaba güç kullanımı ya da kaza
sonucunda): aile üyeleri, dostlar, mesai arkadaşları, komşular.
d. Travmatik olayların
ayrıntılarıyla, yineleyici biçimde ya da aşırı düzeyde karşı karşıya kalmak:
özellikle yardım ve kurtarma ekipleri, cenazelerle ilgilenenler, ailelere
destek olanlar.
Anormal
bir durum, anormal tepkiler
Yaşanan facianın kendisi ve sonrasında olanlar
başlı başına anormal bir durumdur. Bu anormal duruma karşı ortaya çıkan
tepkilerin de ‘anormal’ nitelikte olması beklenir. Facianın doğurduğu ruhsal
tepkilerin anormalliğinden söz ederken, sonrasında ortaya çıkan davranış ve
duyguların, insanların tepkilerinin “doğallığını” yadsıyor değilim. Hayatımızın
içinde alışılmadık bir durum olarak anormalliği kastediyorum. Bu anormal
tepkilerin neler olduğunu bilmek ise, olayın psikolojik etkilerini anlamayı ve
bunlarla başa çıkmayı kolaylaştırabilir.
Şiddetli bir
travmatik olaydan hemen sonra, en sık görülen durum şoktur. Hatta bazı insanlarda şok o derece ağırdır ki, duyguları
ifade etmek çok zorlaşır. Bir donukluk ortaya çıkar. Bu durum, aslında yoğun
sıkıntıya karşı organizmanın vermesi beklenen bir tepkidir. Bir süre için kişi
kendini uyuşmuş, yaşamdan kopmuş gibi hissedebilir. O kopukluk, bir süre için
ruhsal travmanın etkilerinin yıkıcı olmasını önleyebilir. Cenazeleri teslim
alabilmek için eşlerini, babalarını, çocuklarını resimlerinden teşhis etmeye
çalışanların kimisinin yüz ifadesinde gördüğümüz donukluk budur.
Kaybettiklerinin acısıyla çığlık atanlar, kızgınlıkla bağırıp çağıranlar, öfke
ile haykıran ya da sedyeye uzanırken çizmemi çıkartsam mı diyenler şok
durumunun etkisi altındadırlar.
Durum zaman içinde nasıl seyreder? Bazı insanlar hemen tepki gösterir, bazılarının tepkileri ise aylar,
hatta yıllar sonra, gecikmeli olarak ortaya çıkabilir. Ortaya çıkan rahatsızlık
verici tepkiler kimimizde uzun bir zaman sürebileceği gibi, kimimizde kısa bir
zaman içinde yatışabilir.
Travmaya maruz
kalmış kimi kişiler, olayın yaşandığı sırada çok enerjiktirler ve adeta bu
enerji sayesinde, olayla daha kolay başediyor gibi gözükebilirler. Aynı
yorulmak bilmezliği yardım ekiplerinde de 1999’da görmüştük. Ancak bu en
enerjik ve yıkılmazcasına koşuşturan kişilerin bir süre sonra umutsuzluk ve
karamsarlık içine girmeleri olasıdır. Ne yardım ekiplerinden, ne de travmaya
dayanabilmiş gözükenlerden olağanüstü ya da insanüstü bir çaba beklememeliyiz.
Bu çabayı gösterenleri hem ekiplerin işlevselliğini, hem de bireylerin ruh
sağlığını korumak adına önlemeli, standart (dinlenmeye, sohbete, yakınlarla
temasa imkan veren) bir çalışma ve yaşama düzeni oluşturabilmeliyiz.
Başlangıçta. İlk
şoktan sonraki tepkiler kişiden kişiye ve aynı kişide zaman ekseni boyunca
farklılıklar gösterir. Soma faciasından etkilenen bir çok kişi çok farklı
rollerde bu olayı yaşamakta. Madenden sağ ama örselenmiş olarak çıkanlar,
yakınlarını kaybedenler, madendeki hizmetlerde ve sonrasındaki destek
faaliyetlerinde değişik düzeyde yer almış olanlar... Uzakta olup çaresiz
hissedenler, haksızlık ve vicdan yoksunluğu örneği davranışları görüp hiddetlenenler.
Listeyi uzatabiliriz.
Duygularımız
travmatik süreçte olduğumuz konuma ve etkilenim biçimimize göre değişebilir:
Korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, öfke, karamsarlık, panik, çaresizlik ve
utanç gibi duygular çok derin ve yoğun yaşanır. Bu duygularda ani iniş-çıkışlar
olur. öncesindeki kişilik ve davranış özelliklerimiz, ruhsal yapımıza etkisi
olan başta karamsarlık ve kaygı bakış açılarını etkileyebilir.
Orta ve uzun vadede. Travmatik olayla birlikte ya da olaydan bir süre sonra başlayıp, müdahele
edilmediği takdirde aylarca sürmesi muhtemel olan diğer belirtiler ise;
insanlardan uzaklaşma ve yabancılaşma, psikosomatik şikayetler (karın ağrısı,
döküntü gibi), “disosiyatif” belirtiler (rüyada gibi hissetme, çevreyi ve
bedeni değişmiş gibi algılama), yorgunluk/ bitkinlik, konsantrasyon bozukluğu,
travmatik olayı tekrar tekrar yaşıyormuş hissi, sürekli "teyakkuz"
halinde olma ve kendi kendine zarar verici davranışlarda bulunma olarak
özetlenebilir.
Büyük bir facianın
etkilerini yaşayan herkesin ağır ya da hafif psikolojik rahatsızlıklar yaşaması
normaldir. Fakat, bunun normal ya da beklenen bir süreç olması, müdahale
edilmeyeceği anlamına gelmez.
Kimler riskte? Bir
insanın travmaya nasıl yanıt vereceği, o
kişinin genetik altyapısı, özgeçmişi, varolan fiziksel ve ruhsal bozuklukları
ve çevresinden ne kadar destek alabileceği gibi birbirinden farklı faktörlerce
etkilenir. Yaşanan bir felaket sonrasında hangi çocuklarda travmaya bağlı stres
bozukluğu görüleceği kesin olarak kestirilememekle birlikte, çocuğun özgeçmişinde dikkat eksikiği-hiperaktivite
ve annesinde anksiyete (panik, fobi, evham, takıntı gibi) öyküsü bulunması
önemli risk faktörleridir. İlk günlerde Ayrılığa dayanıksızlık, duyguların
donuklaşması, gerçeklikten kopma, şaşkınlık ya da hayalperestlikte artış,
üzüntü, yaşamın çok zor olacağına dair bir inanç ve karamsarlık gibi belirtiler
uzun vadeli problemlerin ortaya çıkma olasılığını arttıran işaretler olarak
yorumlanır. Ülkemizde yaşanan her felaktten etkilenen kitlenin büyüklüğünü düşündüğünüzde,
yüksek riskli sayılacak çocuk ve genç sayısının yüzbinlerle ölçülecektir.
Yapılacak “müdahalelerin” bu sayıyı hesaba katarak planlanması gereğini,
bildiğimiz ‘terapi’ler ya da ‘dert dinlemeler’le sınırlı kalmayacağını,
psikososyal yardım uygulamasının da ruh sağlığı alanındakilerin liderliğinde
toplumun bütününce gerçekleştirileceğini de söyleyebiliriz.
afetlerde psikososyal yardım temel fiziksel ihtiyaçların karşılanmasıyla başlar
Afet
durumlarında psikososyal yardım: ilk haftalar
öncelik fiziksel ve gündelik yaşam ihtiyaçlarındadır.
Bir çok kişi psikososyal
desteğin sadece psikolojik sorunların ‘terapi’ ile halledilmesinden ibaret
olduğunu düşünür. Oysa, felaket dönemlerinde psikososyal desteğin en önemli
basamağı fiziki ihtiyaçların öncelikle karşılanması, bilgi akışının saydamca
gerçekleşmesidir. Öncelik bölgedeki insanların temel ihtiyaçlarının
karşılanmasında, uykunun, beslenmenin, gündelik yaşam rutinlerinin, gündelik
hayat güvenliğinin sağlanmasında, ne olup bittiğinin, kimin başına ne
geldiğinin, ölümlerin bir an önce aydınlatılması, bilgi akışının dürüstçe ve
saydam bir şekilde gerçekleşmesindedir. Psikolojik bakış
mutlaka ruh sağlığı alanında çalışan kişiler tarafından uygulamaya geçirilecek
bir ‘metod’ değil, aksine kişinin ruh ve beden bütünlüğünü esas alan bir
perspektiftir. Polisinden başbakanına, belediye reisinden öğretmenine her
kademedeki uygulamanın içinde yer alması gereken, her sorumlu ve görevlinin
‘psikososyal yardım elemanı’ gibi hareket etmesini gerektirir. İşi
psikiyatrlara, psikologlara havale ederek ilerlemek mümkün değildir. Israr ve
inat edip, bildiği gibi hareket edildiğinde ya bağırıp çağırarak, kırıp dökerek
ya da vicdan ve insafa göre yardım destek vererek bir şeyler yapmaya çalışılır.
17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri gibi geniş ölçekli
bir travma sonrasındaki deneyimler mümkün olabildiğince çok sayıdaki etkilenmiş
kişiye ulaşıp, en etkin biçimde müdahelede bulunabilmek için, öncelikli risk
gruplarını belirlemek ve kime hangi müdahalenin yapılacağına karar vermenin
önem taşıdığını ortaya koydu. Psikiyatri ve psikoloji alanında
uygulayageldiğimiz geleneksel tedavi modelini kullanarak bu durumla yeterince
ve gereğince başa çıkmanın mümkün olmadığını gördük. Psikososyal yardımın hele
bu tür travmatik durumlarda bir ‘dert dinleme’ ya da ‘içini boşaltma’
olmadığını, ‘bölgeye psikolog ve psikiyatrist yağdırarak’ ruhsal sorunları
çözeceğini sanan göstermelik iş yapma heveslisi yönetimlerin yanıldıklarını da
yapılan araştırmalarda ortaya koyduk.
1999 deneyiminden en çok ders çıkartanların ve alanda
kendisini geliştirenlerin arasında psikososyal yardım alanında çalışan meslek
grupları var. Psikiyatrlar, çocuk ve ergen psikiyatrları, psikologlar,
psikolojik danışmanlar ve sosyal çalışmacıların üyesi olduğu meslek
birliklerinin Türk Kızılayı koordinatörlüğünde oluşturduğu afet
bölgelerinde psikolojik destek ve krize müdahale çalışmalarından sorumlu
Afetlerde Psikolojik Hizmetler Birliği (APHB) çalışmalarının Soma’daki
felaketin (ve felaketin acısını arttıran siyasi yöneticilerin) yıkıcı etkilerini
onarmakta etkin olacağı düşüncesindeyim. Ancak bu çalışmaların ön aşamalarında
psikososyal farkındalığa dayalı olan ‘fiziksel’ gerekler (temel ihtiyaçlar,
bilgi ve iletişim gibi) karşılanmaksızın ve psikososyal ihtiyaçlar duruma özel
olarak belirlenmeden ilerlemek (en az birkaç hafta) mümkün olmayacaktır.
Bölgeye ‘psikososyal yardım’ yapacak insanların daha çok sayıda gelsin çağrısı
yapan mesajları yazanların bu gerçeği bilmesi, kaynakların doğru
yönlendirilmesi açısından ve geçmiş afetlerdeki deneyimlerimizin ışığında bir
zorunluluktur.
travmaya uzaktan tanıklık
Travmaya
tanık olmak canlıların hayat hakkına saygılı herkesi etkiler
Soma’da aynı anda
çok sayıda kişinin canını kaybetmesiyle beraber yaşadığımız sarsıntı bir ruhsal
travmadır. Bu travma en başta ve doğrudan canını zor kurtarmış maden işçilerini
ve yakınlarını maden ocağında kaybetmiş olanları etkiledi. Peki ya Soma’da
yaşamayıp uzakta olanlar nasıl etkileniyor? Acıya ve ölümlere tanık olup bir
şey yapamamanın verdiği güçsüzlük, tanımasak da insan olarak aynı zemini
paylaştığımız için ölümlerinden ve yakınlarının üzüntüsünün herkese yayılması
ile.
Üstüne ölümün
yüzlerce insanı bu kadar kolayca almasını olağanlaştırıp azımsayan iktidar bakış
açısı, öfkeyi tahrik ederken üzüntüye yer bırakmayan, acıya saygısız tutum.
İktidardayken kendi
güvenliğini en yüksek öncelik görüp, olan biten her olayı buna tehdit olarak
değerlendirenler 1999’da ne olup bittiğini hatırlamalılar.
Adapazarı’nda dört
yıl kadar süren afet sonrası psikososyal müdahale çalışmamızın ilk 6 ayı içinde
çocuklardaki travmaya bağlı ruhsal sorunları ölçerken, kendimize mihenk olarak
Samsun ve İzmir’deki çocukları seçmiş, onları deprem merkezine uzaklıkları
sebebiyle ‘normal kontrol grubu’ olarak kabul etmiştik. gelin görün ki, bizim
normal kontrollar neredeyse Adapazarı ve Değirmendere’deki çocuklar kadar
travma semptomu göstermekteydiler. Bu semptomları televizyonlardaki deprem
görüntülerini izlemişlikleri, deprem bölgesindeki acı olayları evlerindeki
büyüklerin konuşmalarından duyup dinlemişlikleri ölçüsünde fazlalaşmaktaydı.
Travmatik bir olayı
ve sonrasını ‘uzak’tan görmek, çekilen
acıyı hissetmek, hissederken çaresizliğe kapılmak travmatize olmayı sadece
kolaylaştırır. Travmatik acının üzüntüye değil de öfkeye evrilmesi ise, yetkili
ve sorumlu gördüklerimizin üstlerine düşeni yapmadıklarına kanaat
getirdiğimizde olur. 1999 depreminde olduğu gibi önce bir tür günah keçisi gibi
önce müteahhitlere yönelen, hükümetin
ise birkaç yıl sonraki seçimlerde silinip gitmesinde rol oynayan öfke budur.
Ancak öfke yas sürecinin yaşanmasını önler. Yaşanmamış yas vücutta biriken bir
zehir gibi ruhsal yapıyı bozar. Şiddet, fanatizm, değer çarpılmaları ve
toplumda yoğun bir tutuculaşma doğurur. Bugüne bakarken bunu hatırlamalıyız.
Toplumumuz yaslarını hakkıyla ve tam olarak yaşayabilmelidir ki, ayağındaki
bağları çözüp ilerleyebilsin.
Subscribe to:
Posts (Atom)