Sunday, November 30, 2008

Olmayacak işler

Garip sorular vardır, 20’li hatta 30’lu yaşlarda iken sıkça gittiğimiz ev partilerinde, ortamı ısıtmak amaçlı oynanan “oyun”lardan birisinde sorulur: Şu anda hayatınızın son 3 dakikasını yaşıyor olduğunuzu bilseniz, ne yaparsınız?
Bu tür bilmecemsi ve fazlasıyla yeni dalga fransız filmi etkisi altında kalmış sorular, ilk duyduğunuzda kafanızı karıştırır, hemen bir tatlı telaşa kapılırsınız. Sanki ölmüyorsunuzdur da, hoş bir yolculuğa çıkmak üzeresinizdir. Zaten, bir önceki ya da bir sonraki ve aynı minvaldeki soru ise, “bir ıssız adaya giderken yanına hangi 3 şeyi almak isterdin?” olur.
Bitmeden, kaçırmadan, hiç kaçırmak istemeyeceğiniz ne olduğunu, hayatınız sona ermeden ve tabii ki 3 dakika içerisinde ne yapacağınızı düşünmekle meşgulken 3 dakika bitip gider.
Bu köşedeki son yazımı hazırlarken de, benzer bir ruh haline girdiğimi hissettim.Akşam gazetesindeki düzen değişikliğinin bir parçası olarak, son 3,000 vuruşluk yazımda ne yazardım sorusunun cevabını yazılı olarak düşünürken, yazının sonuna yaklaştım bile. 3,000 vuruşla bu köşenin okuruna veda etmek, bir başka olmayacak iş.
30’lu yaşlardan ise epey uzağım, ev partisi nasıl olurdu onu da unuttum, ama olmayacak işlere girme hevesim devam ediyor. Yazmak, ve çizmek, çiziktirmek, insanın olmayacak işler yapma, cesaret gösterme, yürekli davranma ihtiyacını karşılayan en sevimli uğraşlardan birisi. Gazeteye, dergiye yazma, ve çizme merakımı, işgüç sahibi bir adama yakıştırmayanlar yanılıyor. Olmayacak işler ile uğraşmak insanı insan gibi hissettiriyor.
Sevgili okur, başlayan her şey biter, bunu bilmek yaşamaktır. Bitmesini istemediğiniz anlar çoğaldıkça, yaşadığınızı hisseder, insan olduğunuza sevinirsiniz. Başka hiçbir canlının bu bilgiye sahip olmadığı düşünülüyor. Hayatın başı ile sonu arasındaki mesafeyi katetmek için bir an evvel büyümek istediğimiz çocukluk yıllarından epey uzaktayız. Hiç acele etmediğiniz, yazılarımı okuyup, titizce mesajlar yazdığınız, kısacası, olmayacak bir iş yapıp, geçtiğimiz ikibuçuk yıl boyunca okurum olduğunuz için teşekkürler. Meraklı okurlara not; www.yankiyazgan.com sağolsun, yazma çizme ihtiyacımı karşılayacak.

Saturday, November 29, 2008

hususi arzu üzerine


gazetede S Turgut'un yönetmenlikten ayrılışını öğrendiğim gün, köşemde yazdıklarımın ya da kendisiyle beraber pazar ilavesinde yaptğım entelektüel şaklabanlıkların onun mevkiine malolup olmadığını, işini benim yüzümden (kendini bir şey sanma noktasına varan bir düşünce tarzı, ama insana yaşama tutkusu veriyor:)) kaybedip kaybetmediğini bile ciddi ciddi düşünmeye başlamıştım ki...
gazete insan kaynaklarından bir görevli, beni arayıp, yeni yönetim döneminde yazılarıma son vermemin rica edildiğini kibarca söyledi. işin komiği, ben de aynı sabah yayın yönetmeni yardımcısına benzer bir nezaket ayrılığı mesajı yollamıştım. ama bu arzu benim dilekçemden bağımsız gelişmiş galiba...
medya kulisi sitelerinden anladığımca,
".... Yeni yayın yönetmeni ...., bazı yazarlarla yollarını da ayırıyor. Ücretsiz yazmasında ısrarcı olduğu ............. bu öneriyi kabul etmeyerek istifa etti. Son dönemde ikinci sayfada yazıları çıkan ............ ilaveye kaydırıldı. Yankı Yazgan'ın ise yazılarına son verildi."
hmmm, neyse, üzülmedim değil. ama, aynı döneme denk gelen evdeki kedimiz çıtır'ın ölümüne daha fazla üzüldüğümü söylemeliyim. bir de, son yazı yazıp okurlarla vedalaşma fırsatının olmamasına.
gazete için hazırladığım ama yayımlanamayan yazıyı bir sonraki "post"da bulabilirsiniz.

bu yazının üzerine bir "ayrılık çizgisi" koymalıyım.

Monday, November 24, 2008

gazete günleri




akşam gazetesine 2.5 yıl önce beni yazar olarak davet eden serdar turgut, yayın yönetmenliği görevinden ayrılmış ya da ay-ı-rılmış. gazetelere yazan, ama gazete okumaya haftasonunda fırsat bulabilen bir kişi olarak bu haberi geç öğrendim.


akşam'ın pazar ilavesindeki ciddi görünüşlü, ama kendisiyle espri anlayışlarımızı tokuşturduğumuz 6-7 sefer yayımlanmış "yüzyüze" köşesini kağıt darlığı sebebiyle zaten kaldırmıştık. oradaki söyleşileri (sözün yazıya geçmiş hali zaten bir garip oluyor) http://www.yankiyazgan.com/ da ayrı bir başlık halinde bulabilirsiniz.

buraya da bir fotograf koyarak kendisini selamlıyorum.

bir çok kişinin sinirine dokunmayı önemsemeyen, ilginç, kendine özgü, okumaya değer bir yazar; umarım, yazılarını sürdürür. yazdıklarını kelime anlamı ile okuma aşamasını geçerseniz, düşündüren yanlarını görebilirsiniz.


yazdıklarımıza uygun, tam ti'ye almalık bir blogpost oldu:))






gündelik hayat sorularına gündelik cevaplar

bu ara bloguma ne ekleyeceğime bir türlü karar veremediğim için, geçen yaz arena dergisinin, (ne alaka demeyin, bana soru soran bir çok kişiye ayırdetmeden yanıt vermek gibi bir huyum var, bir cevabım ve o anda zamanım varsa... buna cevap yetiştirmek de denebilir) sorularına verdiğim yanıtları buraya koyuyorum, iyi eğlenceler.

Sizin için yüzyılın dahisi?
Yirminci yüzyılın dâhisinin, adını bilebileceğim birisi olmadığından eminim.
Bugüne dek izlediğiniz en etkileyici sahne performansı? (müzik/sahne şovu; oyunculuk/dans)
30 yıl önce seyrettiğim Küheylan’ın (Peter Shaffer’ın tiyatro oyunu) etkisi devam ediyor. Müzik için, Cecilia Bartoli’nin Aya İrini’deki konseri...
Sabah saatleri için ideal müzik cd’si?
Lisa Ekdahl bugünlerde...
Başucu kitabınız?
Fernando Savater’den “Oğluma Ahlak Üzerine Öğütler”, İhsan Oktay Anar ve Orhan Pamuk’un romanları
Defalarca izlemekten sıkılmayacağınız sinema filmi?
“Başkalarının Hayatı”, “400 darbe”Sürekli takip ettiğiniz bir yayın?
Aksatmadan okuduklarım, Scientific American ve New Scientist. Ama çok sayıda yayını takip ettiğimi söylemeliyim. En büyük hobim bu zaten...
Psikiyatri alanında tek geçeceğiniz isim?
Çok sayıda insan var, örneksediğim, idealize ettiğim; hangi birisini söylesem...
Son dönemlerde cd player'ınızdan çıkartmadığınız müzik albümü?
Viyolonselci Jacqueline Du Pre’nin bütün kayıtları, Ray Charles kayıtlarıPopüleritesini hiç yitirmeyecek bir yazar?
Herman Hesse
Son dönemde en çok aklınıza takılan sosyal olay?
Nefret ve düşmanlık doğuran her olay
Hafta sonu için ideal tatil rotası?
Bu pek yapabildiğim bir tatil biçimi değil. Bizim balkon desem...
En son satın aldığınız dvd?
Truffaut’nun tüm filmleri. Biraz demode miyim?


cevapların bir kısmı artık geçersiz. yaz bitti ya...
bu biçim kişisel sorulara cevapları basında görünce, aman ne önemli, diye düşünmemek, bir yandan da hafif dedikodusal bir tatmin bulmamak, zor.
inanın, sordular cevapladım.

Sunday, November 09, 2008

jetlag

yolculuk dönüşü blogspotun hayatımıza döndüğünü gördüğüme sevindim.
hayat nasıl gidiyor diye sorsam mı kendime?
yolculuklar, konuşmalar, gündelik klinik sorumluluklar...
yapmak istediklerim, yapmam gerekenler, yapmam beklenenler, yapmak zorunda olduklarım, yapmasam da olabilecekler...
yazmadan rahat edemeyeceğim, ama yazmak için gereken "konsantrasyon"u bir türlü bulamadığım şeyler...
bir de doktorlukta başıma gelenler, gördüklerimden, yaptıklarımdan, yapamadıklarımdan, doğrular ve yanlışlarımdan çıkartılacak dersler vs diye bir blog yapıp, hiç olmazsa insanlara öyle bir fayda sağlamaya çalışsam?
doktorluk uygulamalarına ilişkin notlarım çok birikti, işimizin pratik, insan ilişkisine dayalı iyilikleri ve acayiplikleri ve zorluklarını yazmak... gerekir.
jetlag devam mı ediyor ne bir şey anlamak zor bu yazdıklarımdan.

"yankı yazgan goldmund hayranı"

gazete anketlerine verdiğim cevaplara pek dikkat etmem; doğru cevap veririm, kıvırtmam, ama doğuracaklarını pek düşünmem. gençliğimden en etkilendiğim roman deyince aklıma gelmiş olan, belki de sahiden en etkilendiğim, en azından öyle hatırladığım Narziss ve Goldmund'a ilişkin yorumu okuyunca, beğendiğim bu muydu diye düşündüm. romanda beni etkilediğini hatırladığım usta-çırak ilişkisine yorumda değinilmemiş. goldmund'a kahraman olarak sempati duymuş olmam, başını alıp gidebilir bir genç olmasında bence.
"Psikiyatrist Yankı Yazgan’ın kahramanı Hermann Hesse’nin Narziss ve Goldmund romanından Goldmund. Kitabın başkahramanı Goldmund hayli ilginç bir karakter. Arkadaşı Narziss’le bir manastırda dini eğitim almakta olan Goldmund, okuldan kaçtığı bir gün, ormanda gezinirken çok güzel bir kızla karşılaşır. Kızın onu öpmesinden sonra hiçbir zaman bir rahip olamayacağını anlar. Sonuçta Katolik Manastırı’nı bırakıp, ‘hayatın anlamını’ aramaya koyulur. Çalışkan ve başarılı, temelinde Tanrı öğretisi bulunan akıl yürütmelere yürekten bağlı bir karakter olan Narziss’e taban tabana zıt biri olan Goldmund, aslında öğrencilik yıllarında da zaman zaman tutarsız düşüncelerle özgürlüğe yönelmiş bir karakter. Ortaçağ Almanya’sında geçen romanda daha önce kendini bile tanımayan, sadece Narziss’in söyledikleriyle yaşayan Goldmund’un kimliğini bulmasında ve hayatın anlamını aramasındaki itici güç olan kadın ve cinselliği kapsayan günah olgusunun beraberinde getirdikleri özgürlük okuyucunun aklında yer etmiştir."