Monday, January 16, 2006

3 cümlede psikiyatri


psikiyatri alanında uzmanlaşmış bir doktor olarak yaptığım işi 3 cümlelik diye tanımlamaya kalkmam yadırganabilir; ama, kastım o değil..
ekteki çizgilerde anlatmaya çalıştım. Geriye kalan cümleleri çizenler olursa, eklerim.

Sunday, January 15, 2006

istanbul'da tatil bitti kar başladı

Narnia günlükleri filminden çıkıp eve dönerken, yürüyüş girişimimiz yarım kaldı; akıntıburnundaki rüzgarda ağzımız burnumuz donuverince... narnia günlüklerinde din propagandası var filan diye okumuştum, ama ben anlamadım neresinde...
didaktik, iyi-kötü, doğru-yanlış kaba ayrımlarına dayanan bir film işte.. çocuklar eğlendi. idil filmdeki çocuk oyuncu kızları görünce, kendisi de "actress" olmaya karar verdi... Benim tanıdığım var mıymış?

Saturday, January 14, 2006

ben bu hizmete mecburum




1983'te Gaziantep'in Oğuzeli ilçesinin sağlık ocağının tek doktoruydum. İlçe dediğiniz, birkaç bin nüfuslu, olanakları sınırlı bir kasaba... Zor ve güzel bir "mecburi" yıl geçirdim, bir sonraki yıl askere, ondan sonra mecburi hizmetin kalan 1 yılını tamamlamak üzere Biga'ya gitmeden önce...





Mecburi hizmetten öğrendiklerimi öğrenmenin başka yolları olabilirdi mutlaka, hayatımdan alıp götürdüklerini geri almaktan çoktan vazgeçtim zaten; aklımda kalanlar yeter de artar herhalde...



Yola çıkmadan önce evde uğurlamalar; herkes başka bir yöne gitmeden, hepimiz (tıp fakültesinden sınıf arkadaşları, başka okullardan İzmirli arkadaşlar) birbirimizi uğurluyorduk, geride kalan pek yoktu.

İzmir'den 23 saatlik bir yolculukla ulaşılan Gaziantep'e ilk yola çıktığım gün, otobüsün penceresinden bakışımı gördüğüm fotoğraf o günkü ruh halimi içimde canlandırıyor: tedirgin (ne bekliyor beni?), ürkek (yapabilecek miyim?), hüzünlü (geride bıraktığım bildiğim sevdiğim insanlar, yerler?).



Göreve 20 Ekim 1983 günü tam 8.00'de başladım. Tam 8:10'da Cumhuriyet Savcısı telefonla arayıp, 'göreviniz hayırlı olsun, ... köyünde bir otopsi var, ona gideceğiz' diyerek ilk görevimi bildirdi.







O günlerden en çok aklımda kalan, yaşadığım arkadaşlıkların keyfi ve içtenliği (bir daha yakalanamaz düzeyde). Otobüsten indiğim andan başlayarak beni ağırlayan iki doktor arkadaşımla geçen zamanı unutamadım mesela...
Şebnem ile Muzaffer (Levent Efe ortak arkadaşımızdı, ben ilk defa karşılaşıyordum) benden bir yıl kadar önce gelmişlerdi Antep'e. Anında ısındık, ben kasabamdan şehir merkezine her indiğimde, evlerine kamp kurup, mini tatiller yapmaktan çok hoşlanıyordum. gençlikte arkadaşlıklar çok hızlı gelişiyor; geldiğimin ikinci günü, yeni tanışıp samimi oluverdiğimiz esin ile murat'ın çocukları oldu, yankı adında:)


Muzaffer'in doğum günü için hazırladığım "tebrik kartı" yandaki resimde... Kendi yaptığı işi çok beğenenlere sinir olsam da, ben de bu kartı pek beğendim ve o yılki yılbaşı tebrik kartı haline getirdiydim.

Bu resimde kendimce mecburi hizmetteki bir hekimi (kim acaba?) çizmiştim, elimde kopyası olmayan yılbaşı kartı versiyonunda, "ben yalnız bir doktorum, boynumda stetoskopum, ben bu hizmete mecburum" şeklinde bir 'dahiyane' sözümü eklemiştim. Bu kartı neredeyse 30 yıl sonra Ege tıp'tan sınıf arkadaşım Aysun bana geçmiş bir ortak hatıra olarak çerçeveletip getirince, hiç bir zahmet boşa değildir, diye düşündüm :)






Arkadaşlık deyince sadece orada olanlar değil, yakında uzakta olup ziyarete gelenleri de saymalıyım.
Hemen yakında sayılacak Sakçagözü'ndeki mecburi hizmet yerinden  lise sınıf arkadaşım Nedim (AFL 77) ziyarete geldiği oluyordu.


ya da, İzmir'den Haluk mesela.



Yine de genellikle (çoğunluk sağlık ocağı hekiminin olduğu gibi) yalnızdım (fotoğrafı sağlık memurumuz Şahin bey çektiydi). Kocaman bir bahçe, nar ağaçları ile doluydu. Arkadaşlarla beraberlik kadar yalnız kalmanın tadını çıkartmayı da Oğuzeli'nde öğrendim. 







Hafta içi ya hasta muayenesi, aile planlaması kliniği (RİA kursuna gitmiştim) ya da ev ve köy ziyaretindeydik. Aşılama ve bebek takibi en önemli işimdi.





Lojman ile ev dipdibeydi. hayatımın en kısa süreli işe yolculuğuydu; toplam 10-12 adım. Pencereden çekilmiş fotoğrafta görüldüğü gibi hem dipdibe hem içiçe bir hayat. her gece doğum, otopsi, adli vaka, hastalık, kaza vesilesiyle camı tıklatmak yetiyordu; yattığım yer sürekli bir nöbet odası gibiydi. Yorulmadığımı söyleyemem.

Bazı hafta sonu günlerinde, 'ev'den çıkıp 'iş'e gidiş sırasında, kılık kıyafet serbestliğinden keyif duyardım. zorunlu hizmet ile kazandığım bakış açısını 'içinde olduğun durumun gerektirdiklerini yap, senin için önemli olanları da (dostluk, fikirler, meraklar) sürdür' diye özetleyebilirim. 
Baştaki hüzünün ve gerginliğin giderek neşeli ve anlamlı anlara yerini bırakması bu bakış açısı değişimine paralel oldu.

www.yankiyazgan.com

bu blog düzenli olmasa da, website'm var diye avunuyordum; onun "evsahibi" de siteyi ortada bıraktı; sokakta kaldık.. şimdi taşınma gayretindeyiz, bayram tatilinin bitmesini beklemekteyiz.
www.yankiyazgan.com
sizleri bekler... her kim iseniz:)

blog işini çözemeyen


bloglamakta neden zayıf kaldığımı düşünmekten helak oldum.. birinci husus, blogu kimler okur; haberdar olanlar mı, haber verdiklerim mi, bir yerlerden search yapanlar mı?
ikincisi, birinciye bağlı; nereye ne yazacağıma karar veremedim, fotograf filan koysam diyorum...
bu bloga bir deneme yapayım. görüntü eklemeyi deneyeyim..
bu işi bir deneme yayını olarak sürdüreyim hele bir...:)